9pgP0eg. Eser Hakkında Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun beşinci romanı olan “Yaban” ilk olarak 1932 yılında “Kadro” dergisinde yayınlanmıştır. Romandaki olaylar 1922 yılında geçer. Bu yıllarda Türk milleti kurtuluş mücadelesi vermektedir. Bu mücadele vatanın her köşesinde sürmektedir. Yazar bu dönemdeki aydın ile köylü arasındaki uçurumu gözler önüne serer. Romanın Özeti Sakarya Savaşı’ndan sonra düşman orduları Haymana, Mihalıççık ve Sivrihisar yörelerini yakıp yıkarak geri çekilir. Garp Cephesi Kumandanlığı felaketin yaşandığı yerleri inceletmek üzere o yörelere Tetkik-i Mezalim Heyeti gönderir. Heyet, araştırmalar esnasında, yıkıntılar arasında kenarları yanmış bir defter bulur. Bu defter Ahmet Celal’e aittir. Defterde onun köyde yaşadıkları anlatılmaktadır. Roman, Ahmet Celal’in defterindeki anıları biçiminde kurgulanmıştır. Bir paşanın oğlu olan Ahmet Celal, Birinci Dünya Savaşı’nda sağ kolunu kaybeder. Bu nedenle henüz otuz beş yaşına basmadan bütün yaşama sevincinin tükendiğini hisseder. İstanbul’un düşman işgaline uğramasından sonra emir eri Mehmet Ali’nin davetine uyarak onun Orta Anadolu’da Porsuk çayı kıyısındaki köyüne gider. Ahmet Celal, köylülerle kaynaşmak ister ancak köylüler onu kendileriyle hiç bir ortak yanı olmayan bir yaban olarak görür ve aralarına mesafe koyarlar. Ahmet Celal, bir aydın olarak köylülere vatanın içinde bulunduğu durumu; İstanbul’un ve Anadolu’nun pek çok şehrinin düşman işgali altında olduğunu, işgal edilen topraklarda halkın zulme uğradığını anlatır. Onlara düşmanın gittikçe yaklaştığını, kendilerinin de büyük bir felaketle karşı karşıya olduğunu söyler. Anadolu’da düşmana karşı vatanı kurtarmak için Mustafa Kemal’in önderliğinde başlatılan Milli Mücadele’den söz eder. Ancak köylüler bu anlatılanlardan etkilenmez. Ahmet Celal, komşu köyde yaşayan Emine’yi görür ve ona âşık olur. Ancak Emine, Ahmet Celal’in evlenme isteğini geri çevirir. Bir süre sonra Mehmet Ali’nin kardeşi İsmail’le evlenir. Günler geçip giderken bir sabah köye Yunan askerleri girer. Köylülerden yiyecek alıp karşılığında Rumca yazılı birtakım kâğıtlar verip köyü terk ederler. Köylüler hiçbir şey olmamış gibi günlük yaşantılarına devam ederler. Ahmet Celal, bir akşam işgal güçlerinin yeniden köye geldiğini görür. Onların dağınık ve başıbozuk hallerini görünce milli kuvvetlere yenildiklerini anlar. Düşman askerleri bu kez bütün köyü yakıp yıkmaya başlar. Ahmet Celal, Emine’yi de yanına alarak köyden kaçmayı planlar. Karanlıktan yararlanıp kalabalığın arasından sürünerek uzaklaşıp kaçmaya başlarlar. Bu esnada düşman askerleri onların kaçtığını fark ederek ateş açar. Ahmet Celal ile Emine yaralanır ancak köyün mezarlığına ulaşarak saklanırlar. Katliam gürültüleri mezarlığa kadar duyulur. Bir süre uyuyup şafağa doğru yola çıkmaya karar verirler. Ahmet Celal, sabah olunca Emine’yi uyandırır ancak Emine, aldığı kurşun yarasından dolayı kalkamaz. Bunun üzerine Ahmet Celal, anılarını yazdığı defteri Emine’ye bırakarak tek başına oradan uzaklaşır. Kişiler Romanda yirmi kişilik bir şahıs kadrosu bulunmaktadır. Ahmet Celal dışındaki bütün kişiler köylülerden oluşmaktadır. Çoban Hasan, Süleyman ve Memiş dışında bulunan şahıslar ise Ahmet Celal’in çatışma halinde olduğu çevreyi oluşturmaktadır. Bunların kişisel özelliklerinin bir önemi yoktur. Romandaki tek işlevleri Ahmet Celal’in fikirlerinin karşısında durmalarıdır. Ahmet Celal Romanın başkahramanıdır. Roman onun ağzından anlatılır. Roman içinde kesik kolu dışında herhangi bir fiziksel özelliğinden bahsedilmemiştir. Daha çok yaşam tarzı, kişilik özellikleri ve düşünceleri üzerinde durulmuştur. Celal Paşa’nın oğludur. Çocukluğunu İstanbul’un konaklarından birinde geçirmiştir. Askerliğini yedek subay olarak yapmıştır. Katıldığı Birinci Dünya Savaşında sağ kolunu kaybettiğinde 32 yaşındadır. İstanbul’a geri dönünce orada duramaz. Bir süre sonra Anadolu’nun ücra bir köşesine gitmeye karar verir. Emir eri Mehmet Ali, onu köyüne davet eder. Ahmet Celal, bu daveti kabul ederek Mehmet Ali’nin köyüne gider. Ahmet Celal, köye gelince hayal kırıklığına uğrar. Köye gediği günden itibaren köylüler ondan uzak durur. Davranışları garip karşılanır ve ona yaban adını verirler. Ahmet Celal, dış dünyayla ilişkilerini tamamen koparmaz, ara sıra İstanbul gazeteleri alır, milli mücadeleyi takip eder. Köyde kendini çok yalnız hisseden Ahmet Celal, Türk aydınını temsil etmektedir. Mehmet Ali Ahmet Celal’in emir eridir. Ahmet Celal’le birlikte köye döndükten sonra Ahmet Celal’in etkisinden tamamen sıyrılır, asker olmadan önceki haline döner. İki ay sonra civar köylerden bir kızla üçüncü evliliğini yapar. Romanda fiziksel ve psikolojik özelliklerinden pek bahsedilmese de Mehmet Ali, Ahmet Celal’in köye gelmesine ve Anadolu köylüsünü tanımasına neden olan kişidir. Emine Uzunca yüzlü, yeşil gözlü, kızıl saçlı, iri beyaz dişleri olan bir köylü kızıdır. Ahmet Celal, Emine’nin dururken elini böğrüne dayayıp belini kırdığı halini Bergama’da gördüğü mermer üstündeki eski kabartmalara benzetir. Emine’yi gördüğü yer, yaşadığı çorak köyün aksine yemyeşil, hayat dolu bir yerdir. Emine Ahmet Celal için köyde bir vaha gibidir. Köydeki diğer kişileri çirkin hayvanlara benzetirken Emine’yi Van kedisine benzetir. Emine, Ahmet Celal’in evlenme isteğini geri çevirir, köyden İsmail adlı biriyle evlenir. Diğer Kişiler Köyün muhtarı, köyün imamı, Memiş, Emine’nin babası Şerif Çavuş, Mehmet Ali’nin kardeşi İsmail, Zeynep Kadın, Salih Ağa, Şeyh Yusuf, Hasan, Süleyman, Cennet, Mehmet Ali’nin karısı, Emeti Nine, Bekir Çavuş ve Zehra’dır. Yapı Romanın yapısı; aydın kesimle toplumu oluşturan bireylerin düşünce ve yaşam tarzındaki kopukluğun, milli mücadele gibi önemli bir sürece ne denli olumsuz etkide bulunduğu tezi üzerine kurulmuştur. Eserin olay kuruluşu, şahıs kadrosu, zaman ve mekân gibi unsurları bu tezi ve tezin etrafında biçimlenen fikir yapılarını oluşturmak üzere kurgulanmıştır. Olay örgüsü içinde, köydeki olaylarla birlikte; süregelen Kurtuluş Savaşı, savaşın nedeni ve sonucu net olarak ortaya konmaktadır. Tema Ana tema; aydın-köylü çatışmasıdır. Bununla birlikte; milli mücadele, aşk, din, köy, köylü ve eğitim temaları da ana temanın etrafında biçimlenmiştir. Olay örgüsü Ahmet Cemal’in Birinci Dünya Savaşında kolunu kaybettikten sonra İstanbul’dan ayrılarak Anadolu’da bir köye sığınması. Ahmet Celal’in geldiği köyde, köylüler tarafından yadırganarak dışlanması. Ahmet Celal’in köylülere karşı tutumu ve köylülerin onu yaban olarak görmeleri. Ahmet Celal’in köylüye benzeme çabaları ve sonuçsuz kalan girişimleri. Ahmet Celal’in köylülerle çatışmaya başlaması, aydın ile köylü arasındaki yabancılaşma. Ahmet Celal’in Anadolu’ya ve kendine yabancılığını keşfetmesi, çatışmaların toplumsal ve bireysel boyutta ele alınışı. Köylünün Anadolu’da süren milli mücadeleye kayıtsızlığı. Ahmet Cemal’in Emine’ye ilgi duyması ancak aşkının karşılıksız kalması. Düşmanın köye yaklaşması, köylünün ilgisizliği. Düşmanın köyü işgal etmesi üzerine köylülerin saklanması. Ahmet Celal’in köyü düşmana savaşmadan teslim eden köylüye isyanı. Köylünün düşman askerleri tarafından tartaklanması ve köyün ateşe verilmesi. Ahmet Celal ve Emine’nin yaralı halde köyden kaçmaları. Emine’nin yaralanma sonucu yattığı yerden kalkamaması, Ahmet Celal’in anılarını yazdığı defteri orada bırakarak uzaklaşması. Mekân Olaylar Porsuk nehri çevresindeki küçük bir köyde geçer. Ayrıca Eskişehir, İstanbul, İzmir, Ankara gibi gerçek mekânlardan bahsedilir. Romanda sosyal ve kültürel nitelikleri aktarılmaya çalışılan köy, ana mekândır. Zeynep Kadın’ın ve Ahmet Celal’in evleri de ikincil mekânlardır ki bunlar da ana mekânı tamamlayan unsurlardır. Köyün ön plana çıkan yönü ise coğrafi yapısıdır. Mekânın aktarılışı ise Ahmet Celal’in bakış açısıyla yansıtılır. Mekân Ahmet Celal’in karamsarlığını daha da arttırarak içinde yaşadığı toplulukla uyuşamama ve çatışma durumuna gelmesini pekiştirir. Zaman Romanda kronolojik zaman kullanılmıştır. Olaylar birbirini takip eder. Zaman süreci Ahmet Celal’in köye gelişinden, köyden kaçışına kadar devam eden Kurtuluş Savaşı yıllarında yaklaşık üç senelik bir dilimi içerir. Romanın başlangıcında Ahmet Celal’in kolunu nasıl ve nerede kaybettiğine dair geçmişe ait bilgiler verildiği görülür. Bunlar olay akışının dizimsel sürecini bozmaz. Olay örgüsünün oluşma zamanıyla anlatma zamanı da aşağı yukarı aynıdır. Günlük tekniği kullanılan romanda, Ahmet Celal’in yaşadığı olayları kısa bir zaman sonra anlatmaya başladığını görürüz. Dil ve anlatım Birinci Dünya savaşında sağ kolunu kaybetmiş bir aydının tuttuğu “günlük” üzerine kurulu romanda; iç konuşma, diyalog, gösterme, özetleme anlatım teknikleri kullanılmıştır. Romanın bazı bölümlerinde uzun tasvirlere ve uzun cümlelere rastlanır. Kişiler anlatılırken ayrıntılar titizlikle seçilmiştir. Kişilerin dış görünüşünden çok karakterleri ve düşünce yapıları üzerinde durulmuştur. Kahramanlar ait oldukları sosyal çevrenin diliyle konuşturulmuştur. Eserin dili yazıldığı dönemin özelliklerine uygundur. Genel Değerlendirme Yaban adlı roman; Birinci Dünya Savaşı’nın bitimiyle birlikte Sakarya Savaşı’nın bitimine kadar geçen sürede bir Anadolu köyünde, Anadolu’nun durumunu, köylüleri, köylülerin milli mücadeleye karşı tavırlarını anlatır. Romanda aydın-köylü çatışması Ahmet Celal’in bakış açısından aktarılır. Tarihi bir döneme ışık tutan eser, yazıldığı dönemin özelliklerini de yansıtan Türk edebiyatının klasikleri arasında yerini almış bir romandır. Yakup Kadri Karaosmanoğlu Hayatı Yakup Kadri, 27 Mart 1889 tarihinde Kahire’de doğdu. Babası Abdülkadir Bey, annesi İkbal Hanım’dır. Yakup Kadri’nin çocukluk yılları Mısır’da bulunan İbrahim Paşa konağında geçti. İbrahim Paşa’nın ölümü üzerine henüz altı yaşındayken ailesi Manisa’ya taşındı. İlköğretim hayatı Fevziye Mektebinde başladı. 1903 yılında İzmir İdadisine gönderildi. Henüz küçük yaşlarda başlayan edebiyat merakı bu yıllarda Ömer Seyfettin, Şahabettin Süleyman ve Baha Tevfik’le tanışmasıyla birlikte daha da arttı. Babasının ölümü bu okuldan ayrılmasına ve ardından yaşanan maddi sıkıntılara neden oldu. Bunun üzerine annesiyle tekrar Mısır’a gitti. Mısır’da Fransız Frerler Mektebine girdi. Burada bir yıl öğrenim gördü. Bunun nedeni de İzmir’i ve orada bulunan çevresini özlemesi ve tekrar İzmir’deki idadi mektebine başlamış olmasıdır. Ancak bu eğitimi de uzun sürmedi. Çünkü tatil nedeniyle döndüğü Mısır’da 1906 yılında Jön Türkleri tanıdı. Bu sefer de İzmir’e dönmekten vazgeçerek yeniden Fransız Frerler Mektebine başladı. Ortaöğrenimini burada tamamlayan Yakup Kadri’nin, Jön Türklerin etkisi altında kalarak siyasi fikirleri oluşmaya, özgürlük ve vatan sevgisi duyguları gelişmeye başladı. 1908 yılında ailesiyle birlikte İstanbul’a yerleşti. Mekteb-i Hukuka Hukuk Fakültesi kaydolarak üçüncü sınıfa kadar yılında Fecr-i Ati topluluğuna girerek, arkadaşlarıyla birlikte Servet-i Fünun dergisine yazılar yazmaya başladı. Aynı zamanda felsefe ve edebiyat dersleri de veriyordu. Bunun temelinde annesinin çocukken kendisine okuduğu kitaplar ve babasının zengin kütüphanesi bulunmaktadır. Bu sayede Bourget, Flaubert, Maupassant, Daudet gibi Fransız romancıları okumuştu. Yakup Kadri, bu yıllarda mensur şiirlerini kaleme aldı. Yine o dönemlerde Yahya Kemal’in de etkisiyle Latin ve Yunan kaynaklarına dayalı yeni bir sanat anlayışı olan “Nev-Yunanilik” anlayışını benimsedi. Doğu mitolojisine olan ilgisi de onu mistisizme yöneltti. Mütareke döneminde en çok yazan yazarlar arasında yerini alan Yakup Kadri, Mondros Antlaşması’nın ardından “İkdam” gazetesi başyazarı oldu. Bu dönemde edebi ve siyasi yazılar yazdı. 1921 yılında Kurtuluş Savaşı sürerken Ankara’ya çağrıldı. Başta Kütahya, Eskişehir, Sakarya olmak üzere Anadolu’nun çeşitli şehirlerini dolaştı. 1923-1931 yılları arasında Mardin milletvekilliği, 1931-1934 yılları arasında Manisa milletvekilliği yaptı. 11 Ekim 1923 tarihinde Leman Hanım’la evlendi. 1932 yılında bazı yazar arkadaşlarıyla birlikte “Kadro” dergisini çıkardı. Başlangıçta ilgiyle karşılanan dergi iktidarın eleştirilerine maruz kaldı. Derginin imtiyaz sahibi olan Yakup Kadri, Tiran elçiliğine atandı. 1934 yılında dergi kapatıldı. Tiran elçiliğini, Prag, La Haye, Bern elçilikleri izledi. Tahran elçiliğinin ardından emekli oldu. 1955 yılında emekli olduktan sonra yurda dönen yazar, çeşitli dergi ve gazetelerde yazmaya devam etti. 1957’de “Ulus” gazetesinin başyazarlığını üstlendi. 27 Mayıs 1960’tan sonra “Kurucu Meclis” üyeliğine seçilerek 1961-1965 yılları arasında Manisa milletvekilliği yaptı. 1965 yılında politikadan çekildi. Son görevi Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu Başkanlığı olan Yakup kadri, 13 Aralık 1974’te Ankara’da hayata gözlerini yumdu. Edebi Kişiliği Edebiyat yaşamı Fecriati topluluğuyla başlamıştır. Önceleri “sanat toplum içindir” anlayışını savunan yazar, daha sonra Yahya Kemal’in de etkisiyle yeni bir sanat anlayışı olan “Nev-Yunanilik” anlayışını benimsemiştir. Ayrıca Doğu mitolojisiyle ilgilenmiş, mistisizme yönelmiştir. Hikâye, mensur şiir, anı, deneme ve makale türlerinde eserler yazmasına rağmen romancılığı ön plana çıkmıştır. Akıcı ve özgün bir üslubunun olması kısa sürede tanınmasını sağlamıştır. Eserlerini realizmin etkisinde yazmıştır. Yazarın ilk eserlerinde kullandığı dil ağırdır. Daha sonra yazdığı eserlerinde sade bir dil kullanmıştır. Romanlarında genellikle iç dünyaları zengin olan ve geleneklere bağlı karamsar kişiler yer almaktadır. Eserleri Roman Kiralık Konak 1922 Nur Baba 1922 Hüküm Gecesi 1927 Sodom ve Gomore 1928 Yaban 1932 Ankara 1934 Bir Sürgün 1937 Panorama 1953-1954, 2 cilt Hep O Şarkı 1956 Hikâye Bir Serencam 1913 Rahmet 1923 Milli Savaş Hikâyeleri 1947 Mensur Şiir Erenlerin Bağından 1922 Okun Ucundan 1940 Anı Zoraki Diplomat 1955 Anamın Kitabı 1957 Vatan Yolunda 1958 Politikada 45 Yıl 1968 Gençlik ve Edebiyat Hatıraları 1969 Monografi Ahmet Haşim 1934 Atatürk 1946 Tiyatro Nirvana 1909 Veda 1909 Sağanak 1929 Mağara 1034 Makale İzmir’den Bursa’ya 1922, Halide Edip, Falih Rıfkı, Mehmet Asım ile Kadınlık ve Kadınlarımız 1923 Seçme Yazılar 1928, Falih Rıfkı, Ruşen Eşref ile Ergenekon 1929, 2 cilt Alp Dağlarında ve Miss Chalfin’in Albümünden 1942 Olay örgüsü Belli bir konu çevresinde var olan birden fazla olayın, sebep-sonuç ilişkisine bağlı bir biçimde oluşturdukları organik bütündür. Olay örgüsünü "eserde nakledilen hadise veya hadiseler zinciri" veya "bir oyunun, hikayenin yahut romanın içinde olan biten her şey" biçiminde de tanımlamak mümkündür. Olay örgüsü, birbiriyle hiç ilgisi olmayan olayların rast gele veya peş peşe sıralanması değil, birden fazla olayın sebep-sonuç içinde organik bir bütün oluşturmasıdır. 'Kral öldü, kraliçe de öldü.' dersek hikaye olur. 'Kral öldü, arkasından kraliçe de öldü.' dersek olay örgüsü olur.Neden sonuç ilgisi var. Bir başka ifadeyle, olay örgüsü, insanın insanla, insanın toplumla, insanın tabiatla, insanın kendisiyle olan mücadelesinden tiyatro ve hikayenin olay örgüsü, çok büyük ölçüde böyle bir çalışmadan doğar. Mücadele veya çatışma , zıt güçler işçi-patron, fakir-zengin, köylü-ağa vb. veya zıt kutuplar iyilik-kötülük, güzellik-çirkinlik, doğruluk-yanlışlık arasında yaşanır. Zıt güç veya kutuplar, çoğunlukla somut varlıklarla insan, tabiat, hayvan temsil edilmekle birlikte, zaman zaman soyut kavramlarla gelenek, töre, iyilik da temsil edilebilirler. Roman ve hikayedeki olaylar da -zaman zaman- kronolojik olabilir. Ancak anlatıcının tercih ve imkanları, bu kronolojiyi çoğu zaman bozabilir. Yani anlatıcı hikayeyi, baştan sona, sondan başa, ortadan sona, ortadan başa, sonra sona doğru anlatabilir. a Tek Zincirli Olay Örgüsü Çok büyük ölçüde tek bir merkezi kişiye bağlı olarak başlayıp gelişen; bu sebeple de dallanıp budaklanmayan olay örgüsü tarzıdır. Romanını, güçlü bir baş kahraman üzerine kurmayı, okuyucunun dikkatini bütünüyle onun üzerinde toplamayı arzulayan yazar, türün temel değeri durumundaki olay örgüsünü de bu kahramana bağlar. Daha çok sergüzeşt/macera türü romanlarda görülen tek zincirli olay örgüsü, okuyucunun olayları daha kolay takip etmesine imkan verir. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu Peyami Safa;tamamıyla Feride'nin hayatını eksen alan Çalıkuşu Reşat Nuri Güntekin; Ahmet Celal'in Orta Anadolu köylerinden birinde yaşadığı hayatı çevresinde şekillenen Yaban Yakur Kadri Karaosmanoğlu romanları, tek zincirli olay örgüsüne örnektir. b Çok Zincirli Olay Örgüsü Bu tarz olay örgüsü, kendi içinde birden fazla zincirden meydana doğru bir ifadeyle, asıl vak'a zinciri, kendi içinde birden çok dala ayrılır. Anlatıcı, önce dallardan birini, sonra onu bırakarak bir başkasını, daha sonra da onu da bırakarak bir başkasını veya ilkini anlatabilir. Çok zincirli olay örgüsü, masal, halk hikayesi ve romanlarda daha çok görülür. c Helezonik Olay Örgüsü Birden çok vak'a zincirinin iç içe geçmesi söz konusudur. Bir anlamda hikaye içinde hikaye, oyun içinde oyun vardır. Binbir Gece Masalları'nda, Oğuz Atay'ın Bir Bilim Adamının Romanı'nda ve Sabahattin Ali'nin Hasan Boğuldu hikayesinde görebiliriz. Tiyatro türü eserlerin bel kemiğini de olay örgüsü oluşturur. Tiyatro ile hikaye ve romanın olay örgüleri arasındaki en büyük farklılık, birinin sahneleme/gösterme, diğerinin anlatma esasına bağlı olması ve bu esasa göre şekillenmesidir. Tiyatro eserinde olaylar hiçbir zaman anlatılmaz. Çünkü anlatıcı yoktur. Üstelik türün aslı niteliği anlatmak değil, sahnelemektir. Tiyatro türü eserlerin olay örgüsü, edebi metin seviyesinde bir hayli siliktir. Söz konusu türün olay örgüsü asıl somut haline, ancak sahnede kavuşur. Tiyatronun olay örgüsü, hayatın doğallığına çok daha yakın olmak durumundadır. Çünkü sahneleme zorunluluğu vardır. Ayrıca tiyatronun olay örgüsü, hikaye ve romana göre, çok daha dar bir mekan ve zaman içinde cereyan eder. 2 ŞAHIS KADROSU Bazı güçlü yazarlar, eserlerinde öylesine mükemmel kahramanlar yaratır; konu ve temayı onunla öylesine özleştirirler ki, akıllarda eserin olay örgüsü, konusu, mekanı, zamanı değil, sadece kahramanı kalır. Don Kişot, Sefiller, Goriot Baba, Mademe Bovary, Suç ve Ceza, Mai ve Siyah, Çalıkuşu, Sinekli Bakkal, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Huzur romanlarını unutulmaz kılan sebeplerin başında, güçlü kahramanları gelmez mi? Pek çok roman ve hikayenin adını doğrudan doğruya kahramanından almasının Felatun Beyle Rakım Efendi, Dürdane Hanım, Zehra, Çalıkuşu, Handan, Nur Baba, Kuyucaklı Yusuf, İnce Memet vb. sebebini bu noktada aramak gerekir. Her türlü konu ve temanın varlık sebebi insandır. Şahıs kadrosu hikaye, roman ve tiyatroda anlatılan/ sahnelenen olayları var eden ve yaşayan insan ve insan hüviyetine büründürülmüş varlıklardır. Ancak insanın dışındaki somut veya soyut, canlı veya cansız varlık hayvan, cin, peri, ejder, ağaç, dağ, ev, vb. veya sembol ve kavramların da şahıs kadrosu içinde yer almaları mümkündür. Kahramanların iki gruba ayrıldığını söylemek gerekir. Bunlardan ilki, düz/yalınkat kahramanlar'dır. Bu kahramanlar, son derece belirgin nitelikleri ile okuyucu karşısına çıkar ve olay örgüsü boyunca herhangi bir değişime uğramazlar. Ne yaparlarsa yapsınlar, hangi ortamda bulunurlarsa bulunsunlar, her zaman ve her yerde tek bir fikrin veya vasfın sembolüdürler. Felatun Beyle Rakım Efendi'nin her iki kahramanı kendine has bireysel nitelikleri ile değil, herhangi bir sınıfın, grubun veya meslek mensuplarının ortak değer ve niteliklerini şahsında taşıyıp yaşayan tipi, öğrenci tipi, memur tipi, alafranga tipi gibi. İkincisi ise, yuvarlak kahramanlar'dır. Yuvarlak kahramanlar, olay örgüsü boyunca yaşanan gelişmelere göre sürekli değişir; zihnen ve ruhen büyürler. Bu sebeple onların ne zaman ne yapacağı pek belli olmaz. Düz karakterlere göre insan gerçeğine çok daha yakındırlar. Mesela; İntibah 'ın Ali Bey'i , Çalıkuşu'nun Feride'si, Sinekli Bakkal'ın Rabia'sı, birer yuvarlak kahramandır. Çünkü adı geçen kahramanlar, romanın başı ile sonunda aynı değer ve niteliklere sahip değildirler. Yuvarlak kahramanlar da "karakter" i çağrıştırırlar. Karakter; başkalarına benzemekten çok, başkalarından farklılıkları ve sadece kendine has değer ve nitelikleriyle belirginleşen kahramandır. Asıl kahraman, hikaye, roman ve tiyatrodaki olay örgüsünün başlayıp gelişmesi, şu veya bu istikamette şekillenmesindeki en önemli ve birinci derecede rol oynayan kahramandır. Diğer kahramanlar, hep onun etrafında yer alır ve onunla olan ilişkileri ölçüsünde değer kazanırlar. Ayrıca asıl kahraman, eserde ele alınıp işlenen tema ve konunun gerçekleştirilmesi veya vurgulanmasında asıl yükümlü durumundadır. Bunun için ona tematik güç de denilir. Asıl kahramanın karşısında çoğunlukla bir hasım/karşı güç örgüsünün teşekkülünde ihtiyaç duyulan çatışmanın hayat bulabilmesi için böyle bir kahramana ihtiyaç vardır. Genelde okuyucu tarafından pek sevilmeyen bu kahraman, hemen her fırsatta asıl kahramanın karşısına çıkarak onun hedefine ulaşmasını engellemeye çalışır ve onunla çatışmaya girer. İntibah'ta Mehpeyker, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu'nda hastalık ve Dr. Ragıp, Osmancık'ta tekfurlar, karşı/hasım güçlerdir. İnsan dışı varlıklar tabiat, hastalık veya değerler de gelenek, töre, fakirlik zaman zaman karşı güç işlevini üstlenebilirler. Şu veya bu seviye ve istikamette yardım eden yardımcı kahraman veya kahramanlar da vardır. Hikaye ve romanda anlatıcıya mahkum olan kahramanlar, tiyatroda bütünüyle hürdürler. Başta konuşmaları olmak üzere, tavırları, davranışları, jest ve mimikleri ile kendilerini bizzat kendileri yaratırlar. "tasvir" ve "tahlil"leri, tiyatroda söz konusu değildir. Bazı eserlerde görülen parantez içi çok kabaca dış görünümlerini ve yine parantez içi bazı jest ve mimiklerini vermekle yükümlü ibareler, asıl merinden sayılmaz. Bazılarında -kişiler arası karışıklığı önlemek düşüncesiyle - çok kısa tanıtmalar yapılır. Bazı eserlerde ise, "kostüm"de gerçekçilik endişesiyle biraz daha geniş tanımlara yer verilir. 3 ZAMAN Roman ve hikayede iki farklı zaman söz konusudur. Bunlar; "vak'a zamanı" ve "anlatma zamanı"dır. Tiyatroda sadece anlatma zamanı söz konusudur. a Vak'a Olay Zamanı Roman, tiyatro ve hikayede, olayların başlama noktası ile bitiş noktası arasında geçen zamana vak'a zamanı denir. Masallardaki vak'a zamanı bütünüyle "gerçek" dışı ve muhayyeldir. Destan, menkıbe, efsane, halk hikayesi ve romanlarda ise, bu gerçek dışılık ve muhayyelik -derece derece azalmakla birlikte- varlığını sürdürür. Halbuki modern hikaye ve roman, vak'a zamanı hususunda çok daha gerçeğe yakındır. Vak'a zamanı, her zaman kronolojik değildir. Duruma göre kronoloji kırılarak halden geçmişe dönülebilir geri dönüş tekniği veya halden geleceğe sıçranabilir. Ayrıca zamanın akışında atlamalar, özetlemeler veya genişletmeler yapılabilir. Özellikler kahramanların hayatında fazla önem taşımayan zaman dilimleri, ya atlanır yada kısaca özetlenir. Klasik romanlarda daha çok düz bir çizgi halinde dün-bugün-yarın akıp giden ve büyük bir dilimi beş-on yıl, bir ömür, nesiller kapsayan vak'a zamanı, modern romanda daha karmaşık, daha kompleks ve daha kısadır. Kısa bir "hal" üzerine oturulan romanın olay örgüsü, hatırlama ve bilince dayanılarak sık sık geri dönüşlerle genişletilebilir. Vak'a zamanını kimi zaman çok açık biçimde belirtirken, kimi zaman da birtakım ipuçları yoluyla sezdirilir. b Anlatma Zamanı Tiyatro hariç Anlatma zamanı; roman ve hikayedeki olayları, anlatıcı tarafından görülüp, öğrenilip, yaşanıp, idrak edildikten sonra, kendi tercih ve imkanlarına göre okuyucuya nakledildiği zamandır. Vak'a zamanı olayların oluş zamanı; anlatma zamanı ise, bu olayların anlatılış zamanıdır. Anlatma zamanı, tamamiyle anlatıcıya bağlıdır ve onun anlatma eylemi ile alakalıdır. Vak'a zamanı, eserdeki kahramanlara bağlıdır ve olay örgüsü ile tek bir zaman üzerine kurulur. Çünkü tiyatroda "anlatma zamanı" söz konu değildir. 4 MEKAN Eserde yaşanan olayların sahnesidir. Mekanın ayrıntılı bir tasviri tiyatro hariç bize, o mekanda yaşayan insanın karakteri, sosyal ve kültürel kimliği ile ilgili pek çok ipuçları verir. Ayaşlı ile Kiracıları Memduh Şevket Esendal, Kiralık Konak Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Anayurt Oteli Yusuf Atılgan, İbrahim Efendi Konağı Samiha Ayverdi isimli romanlarda mekan, sadece olayların sahnesi değil, romanın konusu, şahıs kadrosu, vak'a zamanının anlatımı hususunsa ciddi bir simgedir. Edebi metin seviyesindeki tiyatro eserinde mekan, sadece rejisöre yardımcı olmak düşüncesiyle, sahne başlarında en kaba çizgileriyle parantez içine verilir. 1OLAY ÖRGÜSÜ / VAK’A Olay örgüsü Belli bir konu çevresinde var olan birden fazla olayın, sebep-sonuç ilişkisine bağlı bir biçimde oluşturdukları organik bütündür. Olay örgüsünü “eserde nakledilen hadise veya hadiseler zinciri” veya “bir oyunun, hikayenin yahut romanın içinde olan biten her şey” biçiminde de tanımlamak mümkündür. Olay örgüsü, birbiriyle hiç ilgisi olmayan olayların rast gele veya peş peşe sıralanması değil, birden fazla olayın sebep-sonuç içinde organik bir bütün oluşturmasıdır. Kral öldü, kraliçe de öldü.’ dersek hikaye olur. Kral öldü, arkasından kraliçe de öldü.’ dersek olay örgüsü olur.Neden sonuç ilgisi var. Bir başka ifadeyle, olay örgüsü, insanın insanla, insanın toplumla, insanın tabiatla, insanın kendisiyle olan mücadelesinden tiyatro ve hikayenin olay örgüsü, çok büyük ölçüde böyle bir çalışmadan doğar. Mücadele veya çatışma , zıt güçler işçi-patron, fakir-zengin, köylü-ağa vb. veya zıt kutuplar iyilik-kötülük, güzellik-çirkinlik, doğruluk-yanlışlık arasında yaşanır. Zıt güç veya kutuplar, çoğunlukla somut varlıklarla insan, tabiat, hayvan temsil edilmekle birlikte, zaman zaman soyut kavramlarla gelenek, töre, iyilik da temsil edilebilirler. Roman ve hikayedeki olaylar da -zaman zaman- kronolojik olabilir. Ancak anlatıcının tercih ve imkanları, bu kronolojiyi çoğu zaman bozabilir. Yani anlatıcı hikayeyi, baştan sona, sondan başa, ortadan sona, ortadan başa, sonra sona doğru anlatabilir. aTek Zincirli Olay Örgüsü Çok büyük ölçüde tek bir merkezi kişiye bağlı olarak başlayıp gelişen; bu sebeple de dallanıp budaklanmayan olay örgüsü tarzıdır. Romanını, güçlü bir baş kahraman üzerine kurmayı, okuyucunun dikkatini bütünüyle onun üzerinde toplamayı arzulayan yazar, türün temel değeri durumundaki olay örgüsünü de bu kahramana bağlar. Daha çok sergüzeşt/macera türü romanlarda görülen tek zincirli olay örgüsü, okuyucunun olayları daha kolay takip etmesine imkan verir. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu Peyami Safa;tamamıyla Feride’nin hayatını eksen alan Çalıkuşu Reşat Nuri Güntekin; Ahmet Celal’in Orta Anadolu köylerinden birinde yaşadığı hayatı çevresinde şekillenen Yaban Yakur Kadri Karaosmanoğlu romanları, tek zincirli olay örgüsüne örnektir. bÇok Zincirli Olay Örgüsü Bu tarz olay örgüsü, kendi içinde birden fazla zincirden meydana doğru bir ifadeyle, asıl vak’a zinciri, kendi içinde birden çok dala önce dallardan birini, sonra onu bırakarak bir başkasını, daha sonra da onu da bırakarak bir başkasını veya ilkini anlatabilir. Çok zincirli olay örgüsü, masal, halk hikayesi ve romanlarda daha çok görülür. cHelezonik Olay Örgüsü Birden çok vak’a zincirinin iç içe geçmesi söz konusudur. Bir anlamda hikaye içinde hikaye, oyun içinde oyunvardır. Binbir Gece Masalları’nda, Oğuz Atayın Bir Bilim Adamının Romanı’nda ve Sabahattin Alinin Hasan Boğuldu hikayesinde görebiliriz. Tiyatro türü eserlerin bel kemiğini de olay örgüsü oluşturur. Tiyatro ile hikaye ve romanın olay örgüleri arasındaki en büyük farklılık, birinin sahneleme/gösterme , diğerinin anlatma esasına bağlı olması ve bu esasa göre şekillenmesidir. Tiyatro eserinde olaylar hiçbir zaman anlatılmaz. Çünkü anlatıcı yoktur. Üstelik türün aslı niteliği anlatmak değil, sahnelemektir. Tiyatro türü eserlerin olay örgüsü, edebi metin seviyesinde bir hayli siliktir. Söz konusu türün olay örgüsü asıl somut haline, ancak sahnede kavuşur. Tiyatronun olay örgüsü, hayatın tabiiliğine çok daha yakın olmak durumundadır. Çünkü sahneleme zorunluluğu vardır. Ayrıca tiyatronun olay örgüsü, hikaye ve romana göre, çok daha dar bir mekan ve zaman içinde cereyan eder. 2ŞAHIS KADROSU Bazı güçlü yazarlar, eserlerinde öylesine mükemmel kahramanlar yaratır; konu ve temayı onunla öylesine özleştirirler ki, akıllarda eserin olay örgüsü, konusu, mekanı, zamanı değil, sadece kahramanı kalır. Don Kişot, Sefiller, Goriot Baba, Mademe Bovary, Suç ve Ceza, Mai ve Siyah,Çalıkuşu, Sinekli Bakkal, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Huzurromanlarını unutulmaz kılan sebeplerin başında, güçlü kahramanları gelmez mi? Pek çok roman ve hikayenin adını doğrudan doğruya kahramanından almasının Felatun Beyle Rakım Efendi, Dürdane Hanım, Zehra, Çalıkuşu, Handan, Nur Baba, Kuyucaklı Yusuf, İnce Memet vb. sebebini bu noktada aramak gerekir. Her türlü konu ve temanın varlık sebebi insandır. Şahıs kadrosu hikaye, roman ve tiyatroda anlatılan/ sahnelenen olayları var eden ve yaşayan insan ve insan hüviyetine büründürülmüş varlıklardır. Ancak insanın dışındaki somut veya soyut, canlı veya cansız varlık hayvan, cin, peri, ejder, ağaç, dağ, ev, vb. veya sembol ve kavramların da şahıs kadrosu içinde yer almaları mümkündür. Kahramanların iki gruba ayrıldığını söylemek gerekir. Bunlardan ilki, düz/yalınkat kahramanlar’ kahramanlar, son derece belirgin nitelikleri ile okuyucu karşısına çıkar ve olay örgüsü boyunca herhangi bir değişime uğramazlar. Ne yaparlarsa yapsınlar, hangi ortamda bulunurlarsa bulunsunlar, her zaman ve her yerde tek bir fikrin veya vasfın sembolüdürler. Felatun Beyle Rakım Efendi’nin her iki kahramanı kendine has bireysel nitelikleri ile değil, herhangi bir sınıfın, grubun veya meslek mensuplarının ortak değer ve niteliklerini şahsında taşıyıp yaşayan tipi, öğrenci tipi, memur tipi, alafranga tipi gibi. İkincisi ise, yuvarlak kahramanlar’dır. Yuvarlak kahramanlar, olay örgüsü boyunca yaşanan gelişmelere göre sürekli değişir; zihnen ve ruhen büyürler. Bu sebeple onların ne zaman ne yapacağı pek belli olmaz. Düz karakterlere göre insan gerçeğine çok daha yakındırlar. Mesela; İntibah ’ın Ali Bey’i ,Çalıkuşunun Feride’si, Sinekli Bakkalın Rabia’sı, birer yuvarlak kahramandır. Çünkü adı geçen kahramanlar, romanın başı ile sonunda aynı değer ve niteliklere sahip değildirler. Yuvarlak kahramanlar da “karakter” i çağrıştırırlar. Karakter; başkalarına benzemekten çok, başkalarından farklılıkları ve sadece kendine has değer ve nitelikleriyle belirginleşen kahramandır. Asıl kahraman, hikaye, roman ve tiyatrodaki olay örgüsünün başlayıp gelişmesi, şu veya bu istikamette şekillenmesindeki en önemli ve birinci derecede rol oynayan kahramandır. Diğer kahramanlar, hep onun etrafında yer alır ve onunla olan ilişkileri ölçüsünde değer kazanırlar. Ayrıca asıl kahraman, eserde ele alınıp işlenen tema ve konunun gerçekleştirilmesi veya vurgulanmasında asıl yükümlü durumundadır. Bunun için ona tematik güç de denilir. Asıl kahramanın karşısında çoğunlukla bir hasım/karşı güç örgüsünün teşekkülünde ihtiyaç duyulan çatışmanın hayat bulabilmesi için böyle bir kahramana ihtiyaç vardır. Genelde okuyucu tarafından pek sevilmeyen bu kahraman, hemen her fırsatta asıl kahramanın karşısına çıkarak onun hedefine ulaşmasını engellemeye çalışır ve onunla çatışmaya girer. İntibah’ta Mehpeyker, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nda hastalık ve Dr. Ragıp, Osmancık’ta tekfurlar, karşı/hasım güçlerdir. İnsan dışı varlıklar tabiat, hastalık veya değerler de gelenek, töre, fakirlik zaman zaman karşı güç işlevini üstlenebilirler. Şu veya bu seviye ve istikamette yardım eden yardımcı kahraman veya kahramanlar da vardır. Hikaye ve romanda anlatıcıya mahkum olan kahramanlar, tiyatroda bütünüyle hürdürler. Başta konuşmaları olmak üzere, tavırları, davranışları, jest ve mimikleri ile kendilerini bizzat kendileri yaratırlar. “tasvir” ve “tahlil”leri, tiyatroda söz konusu değildir. Bazı eserlerde görülen parantez içi çok kabaca dış görünümlerini ve yine parantez içi bazı jest ve mimiklerini vermekle yükümlü ibareler, asıl merinden sayılmaz. Bazılarında -kişiler arası karışıklığı önlemek düşüncesiyle – çok kısa tanıtmalar yapılır. Bazı eserlerde ise, “kostüm”de gerçekçilik endişesiyle biraz daha geniş tanımlara yer verilir. 3-ZAMAN Roman ve hikayede iki farklı zaman söz konusudur. Bunlar; “vak’a zamanı” ve “anlatma zamanı”dır. Tiyatroda sadece anlatma zamanı söz konusudur. aVak’a Zamanı Roman, tiyatro ve hikayede, olayların başlama noktası ile bitiş noktası arasında geçen zamana vak’a zamanı denir. Masallardaki vak’a zamanı bütünüyle “gerçek” dışı ve muhayyeldir. Destan, menkıbe, efsane, halk hikayesi ve romanlarda ise, bu gerçek dışılık ve muhayyelik -derece derece azalmakla birlikte- varlığını sürdürür. Halbuki modern hikaye ve roman, vak’a zamanı hususunda çok daha gerçeğe yakındır. Vak’a zamanı, her zaman kronolojik değildir. Duruma göre kronoloji kırılarak halden geçmişe dönülebilir geri dönüş tekniği veya halden geleceğe sıçranabilir. Ayrıca zamanın akışında atlamalar, özetlemeler veya genişletmeler yapılabilir. Özellikler kahramanların hayatında fazla önem taşımayan zaman dilimleri, ya atlanır yada kısaca özetlenir. Klasik romanlarda daha çok düz bir çizgi halinde dün-bugün-yarın akıp giden ve büyük bir dilimi beş-on yıl, bir ömür, nesiller kapsayan vak’a zamanı, modern romanda daha karmaşık, daha kompleks ve daha kısadır. Kısa bir “hal” üzerine oturulan romanın olay örgüsü, hatırlama ve bilince dayanılarak sık sık geri dönüşlerle genişletilebilir. Vak’a zamanını kimi zaman çok açık biçimde belirtirken, kimi zaman da birtakım ipuçları yoluyla sezdirilir. bAnlatma Zamanı Tiyatro hariç Anlatma zamanı; roman ve hikayedeki olayları, anlatıcı tarafından görülüp, öğrenilip, yaşanıp, idrak edildikten sonra, kendi tercih ve imkanlarına göre okuyucuya nakledildiği zamandır. Vak’a zamanı olayların oluş zamanı; anlatma zamanı ise, bu olayların anlatılış zamanıdır. Anlatma zamanı, tamamiyle anlatıcıya bağlıdır ve onun anlatma eylemi ile alakalıdır. Vak’a zamanı, eserdeki kahramanlara bağlıdır ve olay örgüsü ile tek bir zaman üzerine kurulur. Çünkü tiyatroda “anlatma zamanı” söz konu değildir. 4- MEKAN Eserde yaşanan olayların sahnesidir. Mekanın ayrıntılı bir tasviri tiyatro hariç bize, o mekanda yaşayan insanın karakteri, sosyal ve kültürel kimliği ile ilgili pek çok ipuçları verir. Ayaşlı ile Kiracıları Memduh Şevket Esendal, Kiralık Konak Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Anayurt Oteli Yusuf Atılgan, İbrahim Efendi Konağı Samiha Ayverdi isimli romanlarda mekan, sadece olayların sahnesi değil, romanın konusu, şahıs kadrosu, vak’a zamanının anlatımı hususunsa ciddi bir simgedir. Edebi metin seviyesindeki tiyatro eserinde mekan, sadece rejisöre yardımcı olmak düşüncesiyle, sahne başlarında en kaba çizgileriyle parantez içine verilir. Yaban Romanı Tahlili Yaban ÖzetBirinci Dünya Savaşı’nda bir kolunu kaybetmiş olarak İstanbul’a dönen Yüzbaşı Celal, işgal altındaki şehrin manzarasına ve insanlarına tahammül edemez, burada boğulur gibi olur. Alabildiğine kötümser bir hava içinde biraz nefes alabilmek için Anadolu’ya sığınmaya karar yer olarak emir eri Mehmet Ali’nin Haymana dolaylarındaki köyünü seçer. yaban incelemesiSeçer ama, Ahmet Celal burada da büyük bir hayal kırıklığı karşılaşır. Köy baştan başa yoksulluk, kirlilik, gerilik ve cahillik içindedir. Köylü ise kendisine bir türlü yaklaşmak, yakınlaşmak istemez. Kendisine çevrenin dilinde “yabancı” demek olan “yaban” adını takarlar. İlişkisi olan birkaç kişi dışında hemen hemen hiç kimse onunla ilgilenmez, dostluk kurmaz. Çolak sakat subayın ısrarla kendilerine yönelme çabasını boşa çıkarırlar. İstiklal Savaşı, bin bir zorluk içinde, fakat tam bir destan niteliğinde devam etmektedir. Ancak köylüler savaşla da ilgili değillerdir. Yüzbaşı Celal, hiç olmazsa bu ulusal konuda onları uyarmak, heyecana getirmek istese de bu da bir sonuç vermez. Köylü, Salih Ağa gibi zorbaların, Şeyh Yusuf gibi tamamen cahil şeyhlerin elinde, pençesinde kıvranmakta, fakat bunun farkında bile olmamaktadır. Yaban romanı özetTek yakını olan emir eri Mehmet Ali, yeniden askere alınınca, Yüzbaşı Celal köyde büsbütün yalnız kalır. Bu sırada Emine adlı, saf, temiz bir köylü kızını sever. Hatta onu ailesinden isterse de ailesi, hem yaban, hem çolak olan Celal’e kızlarını vermezler. Bu durum onun bunalımlarını daha da sırada, düşman ordusu köye yaklaştığı halde halkta hiçbir telaş ve heyecan görülmez. Aksine hemen hemen herkes, rahatlarını bozup, düşmanla savaşan Mustafa Kemal Paşa’ya düşmandır. Evet durum yıllardır cahil bırakılan köylüde vatan, özgürlük kavramı yok olmuş, bunu yerine tam bir uyuşukluk gelmişti. Çünkü yüzyıllar boyu hükumet onlara ne hekim, ne öğretmen yollamış, ama vergi için tahsildarları her zaman karşılarına dikmiş, asker lazım olunca gencecik çocuklarını alıp alıp düşman köye gelir. Fakat ilk anda ortalarda hemen hemen hiç kimseyi bulamaz. Köylüler akıllarınca savunmaya geçmek, için yakınlarındaki bir derenin içine askerleri, savunmasız halkı ite kaka köy meydanına toplar. Büyük küçük herkese akla gelmez işkenceler yapar. Evlere girer, eşya adına ne bulursa yağmalar, köylülerin birçoğunu öldürür, sonra da ortalığı ateşe kurbanlık koyun gibi toplatılıp rastgele işkence yapılan köylüler arasında Emine de bulunmaktadır. Yüzbaşı Celal, sevgisinden bir türlü kutulamadı bu genç kadını o kargaşalık arasında kolundan çekip bir tarafa götürür. Burası oldukça kuytu yıkık bir duvar gibidir. Bir süre burada beklerler, fakat buldukları bu yerde de mermi yağmaya başlayınca koşmaya çalışırlar. Ne var ki bu sırada ikisi de birer kurşun yemiştir. Bir ağaç dibinde birbirlerinin yaralarını üstlerinden kopardıkları çamaşırlarla bağlarlar, biraz dinlenir, tekrar kaçmaya yarası ağır olan Emine’nin artık takati kalmamıştır. Yüzbaşı Celal köye geldiğinden beri tuttuğu hatıra defterini bitkin kadının avuçları içine bırakıp, son bir güçle doğuya doğru yollanıp, ufuklarda kaybolur…Yaban Romanı İncelemesi Videolu AnlatımYaban Romanı İnceleme“Yaban, Karabibik ve Ebubekir Hazım Tepeyran’ın “Küçük Paşa”sından sonra köyü ve köylüleri konu edinen, devrin gerçekçilik düşüncesine uygun olarak yazılan üçüncü eserdir. Ancak konuyu diğer ikisinden farklı olarak tarihi ve sosyal bir problem şeklinde gündeme getirir.”Köylülere göre Ahmet Celal bir yabandır. Konuşması, tavırları, kısacası her şeyi onların tavırları dışındadır. Ahmet Celal, hayatındaki bir takım olumsuzluklardan kurtulmak adına Mehmet Ali’nin köyüne gider. Burada köylülerin arasına karışarak, yenilenmeyi unutmuştur. Ancak daha sonra bunun yazgı olduğunu fark eder. Bu şekilde de Yakup Kadri, konuyu sosyal bir boyut haline getirir. Yargıladığı Türkiye’nin aydın kısımlarıdır. Yaban ile birlikte Yakup Kadri, bu eseriyle düşler ülkesi gibi bir görünüm arz eden köy edebiyatını yıkar. Yaban incelemesiYakup Kadri’nin Yaban adlı eseri, gerçekçilik akımına uygun olan bir eserdir. Emile Zola ve Honore de Balzac’tan etkiler taşıdığı görülmektedir. Eserde özellikle de köylü kahramanların anlatılışında natüralizm akımının izleri de Kadri, kişilerini verirken kaba bir tasvirle verilmez. O ayrıntıları titişzlikle seçer. Anlatılan kişiyi yansıtan en tipik çizgileri kalınlaştırır. Kişilerin dış görünüşlerindeki ayrıntılarından çok kişiliklerinin dışa yansıması olan davranışları belirginleştirir. Yaban tahlili Romanın Ahmet Cemal’in anıları biçiminde yazılmış olması öz biçim uyumunda başarıyı sağlar.“Yakup Kadri, sağlığında romanın dilini sadeleştirmiştir. Bu sadeleşmelerde, eski sözcüklerin yerine yeni ya da daha anlaşılır karşılıkları konulmuştur. Örneğin; “halihamur – haşır neşir, emare – belirti, hırzıcan – dört gözle, levs – pislik, istihale – değişme, hassa – duygu, inhina – kıvrım vb.”Yakup Kadri, romanında “Batı kaynaklı” dediğimiz kelimeleri sıkça kullanır. Bunu ilk basımlarında görmekteyiz, ancak daha sonraları kelimelerin Türkçe karşılıklarını kullandığını görmekteyiz. Örnek olarak ; “klavn – soytarı, bas relief – kabartma, peplas – entari, kask – kasket, trofe – çelenk” gibi“Yaban’da özensiz yazıldığı kanısını uyandıran yada romandan çok “esasal” ya benzetilmesine ve eleştirmenlerin dikkatinin içeriğine çekilmesine neden olan şey belki de Yaban’ın roman türünün en önemli özelliklerinden yoksun görünmesi. Bir olay örgüsü yoktur. Dolayısıyla belli bir gerilime, bir gelişime, bir bütünlüğe de sahip değildir.” Yaban romanında bir takım kültürel unsurlarda bulunmaktadır. Bunlar aile, vatanseverlik, temizlik, namus Türk köy ailesinin en güzel örnekleri mevcuttur. Özellikle Mehmet Ali ve ailesi köy ailesinin tipik örneğidir. Ancak Mehmet Ali’nin ailesinin tuhaf davranışlar sergilemesi, misafirperverlik anlayışına ters kavramı da romanda geniş yer kaplar. Ahmet Celal’in vatanı uğruna bir kolunu feda etmiş olması, düşman işgalini yakından takip etmesi ve Ahmet Celal’in kurtuluşa olan ümidini hiçbir zaman yitirmemesi, vatanseverlik konusu da romanda özellikle vurgulanmıştır. Anadolu köylüsünün temizlikten yoksun olduğu belirtilmiştir. Ayrıca Ahmet Celal, köye geldiği sıralarda köyün ne kadar bakımsız ve pis olduğu abartılarak anlatılmıştır. Porsuk çayının bile pis olduğu bir yer teşkil eden namus unsuru da, olaylar içerisinde geçmektedir. Romanda Süleyman’ın karısının namusunu temizlemek amacıyla Cennet’ten boşanması ve daha sonra tekrar Cennet’le evlenmek istemesi anlatılır. Süleyman’ın başından geçenlerBir defa Cennet’i bulmak için haftalarca köy köy dolaşmış. Sonra bilmem nerede, ikisi de birden rastgelmiş. Cennet, onu önce tanımaz gibi görünmüş ama Süleyman ısrar edince demiş ki“Pekala, pekala ama, bu iş böyle olmaz aramızda geçeni duymayan kalmadı. Senin namusun beş paralık oldu. Şimdi bunun bir çaresi var; beni bir kere boşarsın namusunu temizlersin.” Yaban Romanının incelemesiYaban Romanı Olay Örgüsü⦁ Ahmet Celal’in kurtuluş savaşında kolunu kaybetmesi. ⦁ Kendini yalnız hisseden Ahmet Celal’in emir eri Mehmet Ali’nin köyüne gitmesi. ⦁ Köydeki insanların onun, hal ve hareketlerinin onlara ters gelmesi ve onlara uymamasından dolayı Ahmet Celal’e yaban adını vermesi. ⦁ Ahmet Celal’in bir gün dere kenarında gezerken Emine’yi görmesi ve ona aşık olması. ⦁ Emine’nin emir eri Mehmet Ali’nin kardeşi İsmail’in nişanlısı olduğunu öğrenmesi. ⦁ Emine’nin İsmail ile evlenmesi. ⦁ Süleyman’ın karısı Cennet’in eve aşığını alması. ⦁ Köylünün Cennet ve aşığını evde basması ve ikisinin köyden uzaklaşması. ⦁ Yunan ordusunun köye gelmesi ve o zamana kadar köylüleri bir takım konulara inandıramayan Ahmet Celal’in, kahramanca tek başına Yunanlıların karşısına çıkması. ⦁ Bir kenarda saklanan köylülerin Yunanlılar tarafından bulunması ve köy meydanında toplatılması ve aralarında bir çatışmanın meydana gelmesi ve Ahmet Celal’in bu çatışmadan kaçarken, Emine’nin ağır yaralanması ve yürüyememesinin sonucunda, Ahmet Cemal’in günlüğünü Emine’ye bırakıp gitmesi. Yaban Romanı Şahıs KadrosuEserde baş kahraman Ahmet Celal’dir. Mehmet Ali, Salih Ağa, İsmail, Emine Cennet, diğer şahıslar olmakla beraber, bu kişilerin yanında çok az da tanınan kişilerde vardır. Mehmet Ali’nin sert mizaçlı annesi Zeynep Kadın, köylünün dini inançlarını istismar eden Şeyh Yusuf, diğer köylüler gibi milliyet duygusu gelişmeyen, Bekir Çavuş Ahmet Celal’e göre köydeki tek olumlu tipi temsil eden on bir on iki yaşındaki Hasan ile ninesi Emeti Kadını dekoratif unsur olarak diğer kişiler tek yönüyle tanıtılan karakterlerdir. Bu karakterlerin psikolojik derinliklerine inilmez. Bu kişilerin en akla geleni Ahmet Celal’in emir eri Mehmet Ali’dir. Salih Ağa ve muhtar da bu CelalRomanın baş kahramanıdır. I Dünya Savaşın da bir kolunu kaybetmiş yedek subaydır. Bir paşa çocuğudur. Çok karamsar bir yapıya sahip olduğunu görmekteyiz.“Daha otuz beşimize basmadan her şeyin bittiğini işin tamam olduğunu; aşkın arzunun, ümit ve ihtirasın bir daha uyanmamak üzere sönüp gittiğini kendi kendimize itiraf etmek; kendi kendimize, bütün mutluluk ve başarı kapılarının kapandığını söylemek ve gelip, burada bir ağaç gibi yavaş yavaş kurumaya mahkum olmak.” Böyle mi olacaktı? Böyle mi sanmıştım? Lakin işte böyle oldu ve böyle olması lazımdı?”Köylüler, Ahmet Celal’e yaban adını vermiştir. İlk başlarda buna kızar, ancak daha sonraları bu duruma alışır. Fakat köylülerin kendisine uzak durmasını içine sindiremez. Çünkü köylüye karşı bazı üstün özelliklerinin olduğuna inanmaktadır. “Zira, sağ kolumu, ben onlar için kaybettim.” “Ben Celal Paşa’nın oğlu Ahmet, emir eri Mehmet Ali’nin kardeşi bücür İsmail’i kıskanıyorum.” Ahmet Celal köye ve köylüler bir Türk gözü ile değil, Batılı bir aydının gözü ile bakmaktadır. Yani kendi toplumuna yabancı, kendini Batıya kendi insanından daha yakın gören bir Batı hayranı olarak karşımıza çıkar. “Ah ne ağır, ne sıkıntılı ve ne kadar kaba idi bu düğün! Mutlaka Avrupa’da bir cenaze bundan daha ferahtır”Ahmet Celal, romantik bir yapıya sahiptir. Bunun yanında vatanseverlik özelliği de roman boyunca görülür. Düşmana karşı köylüyü uyandırmak istemesi ve bunda da başarılı olamaması karşısında, düşmanın karşısına tek başına çıkması, onun bu iki özelliğini ortaya çıkarır. “Hayır, hayır artık bir harekette bulunmaya gücüm kalmadı. Burada kalıp öleceğim. Hatta onlar köye geleceği gün, askeri elbiselerimi giyeceğim. Önlerine kılıcımı sürüye sürüye çıkacağım. Ta ki ilk hamlede, süngüleri ile vücudumu delik deşik etsinler diye.”Kısacası, Ahmet Celal, bu romanda kendi toplumuna yabancı, romantik ve bedbin bir tip olarak karşımıza AliÇevre değişikliklerinden çok çabuk etkilenen bir yapısı vardır. I. Dünya Savaşı’nın bitiminde, köye döndükten sonra, davranış ve hareketleriyle tamamen değişmiş ve köylülere uymuştur. “Zaten buraya geldiğimiz günden beri, Mehmet Ali benim hükmümden büsbütün sıyrılmış, tamamıyla asker olmazdan önceki haline dönmüştür” Yaban İncelemesiİsmailMehmet Ali’nin kardeşidir. Soğuk yaradılışlı ve inançlı bir tip olarak karşımıza gelir. Ağabeyi askere gittikten sonra iyice küstahlaşır. Hatta annesine bile el Ağa“Köyün en zengini olmasına karşın, dilenci kılıklı bir tiptir. Çok sinsi ve menfaatperest bir karakteri onun ruh halin, ayaklarının ve ayak baş parmağının hareketleri ile tanıtır.”EmineEmine, Ahmet Celal’in aşık olduğu ve İsmail’in önce sevgilisi, sonrada karısı olan Emine karakter olarak fazla tanıtılmaz. Onu İsmail ile evlenmeden önceki çocuksu hareketleri ile evlendikten sonra olgun bir kadın olarak açısından düşük bir kadındır. Üstelik kurnazdır. Ahmet Celal cenneti romanda şöyle tanıtmaktadır “Cennet, levent gel gelelim kahkahası bol ve keskin bakışlı bir kadındır. Kaşlarını rastık çeker ve ellerine kına yakar. Başka kadınlar gibi erkekten ürküp kaçmaz. Herkesin içinde hatta benim bulunduğum yerlerde bile elini kolunu sallayarak, göğsünü gere gere dolanır. Tarlada çapa çapalarken, evde yemek pişirirken, derede çamaşır yıkarken durmaksızın şarkı çağırır.” Yaban İncelemesiSüleymanKılıbık ve korkak bir yaradılışlı bir tiptir. Onu şu satırlarla daha iyi tanıyoruz “Süleyman bütün manası ile, Türk masallarında ki keloğlan tipidir. İtaatli, kılıbık ve birazda filozoftur, ruhunun sonsuz derinliği vardır. … Onda bitmez tükenmez yolculukların yarattığı sabır, kuşlar, kurlarla düşüp verdiği sadelik, bir yüksek yaşantı haline gelmiştir.” Yaban İncelemesiZeynep KadınMehmet Ali’nin annesidir. Kaderine razı olmuş, ağlamayı bile unutmuş, tarlasının, evinin işlerini tek başına çekip, çeviren gerçek bir Türk anasıdır. Oğlunu, kocasını, askerde savaşlarda yitiren yoksulluk ve acılar içinde ömrünü çalışmakla geçiren Türk kadınını temsil YusufSalih Ağa, köyü ekonomik yönden sömüren bu yönde köylüler üzerinde baskılar kuran olumsuz bir tipleme ise Şeyh Yusuf köylüyü manevi yönden sömüren, bu yönde köylü üzerinde cinsel baskılar oluşturan olumsuz bir tiptir. Son derece cahildir. Dini bilgileri çok basittir. Temizliğe dikkat etmeyen çok pasaklı bir ÇavuşDaha önce askerlik yapmış olduğu için, Ahmet Celal’e öbür köylülerden daha yakındır. Konuşmalarıyla, iyimser ve cahil olması göze çarpar. Düşünce yapısıyla köylülerden farklı olmadığı izlenimini veriyor. Yaban İncelemesiYaban Romanında ZamanYaban’da zaman olarak I. Dünya Savaşı’nın bitiminden 1918 Sakarya Zaferi’nin kazanılışına kadar 1922 olan süre alınır. Romanlarda genel olarak üç türlü zaman kullanımı vardır ⦁ İleriye sıçramalı zaman kullanımı ⦁ Geriye sıçramalı zaman kullanımı ⦁ Kozmik zaman kullanımıYaban’da ileriye sıçramalı zaman kullanılmıştır. Bu süre 1918’den 1922’ye kadar olduğu için ileriye dönük denmiştir. Yaban Romanında MekanRoman, anı biçiminde yazılmıştır. Yazar eserini Kurtuluş Savaşı sıralarında Haymana Ovası’nın ortasında, Porsuk Çayı kıyısındaki bir Anadolu köyüne yerleşen Ahmet Celal’in anı defteri olarak sunar. Köyün adı romanda verilmemektedir. Giriş bölümünde şöyle anlatır. “Garp Cephesi kumandanlığının gönderdiği Tedki-i Mezalim Heyeti’ o viranelerde, taşlar altında kömürleşmiş insan kemiklerini araştırırken bu kitabı teşkil eden yazıları, ortasından yırtılmış ve kenarları yanmış bir defter halinde buldu.”Anlatma Problemi Yaban Romanı Dil ve ÜslupYakup Kadri Karaosmanoğlu’nun ilk eserleri Servet-i Fünun topluluğunun dil anlayışına uygundur. Çok tamlamalı ve süslü yazmıştır. 1915 yılından itibaren Ziya Gökalp’in dilde sadeleşme ilkelerine uygun eserler vermiştir. Yaban da bu anlayışa uygun olarak yazılmıştır. Yaban İncelemesiÜslubuna gelince; Yakup Kadri’nin kendine has bir üslubu mensur şiire yaklaşan anlatımı romanlarında da görmek mümkündür “Fakat benim sürüme ne oldu? Hani adam nerede? Çoban Ankara’nın yalçın kayasının üzerinden sesleniyor, sürüyü toplamaya çalışıyor. Sana selam ey mübarek çoban! Gazan mübarek olsun? Fakat günün birinde sürünü topladığın zaman, ben onun içinde bulunabilecek miyim? Bu köy burada tek başına küflenmekte ve ben, tek başıma göz yaşlarımı içime çekmekte devam edeceğim. Bir türlü kaynaşamayacağız” Yaban’da, yine üslup özelliği olarak sayabileceğimiz bir konu daha vardır. Ahmet Celal, romanın bazı yerlerinde heyecanlanıp,uzun tiradlara başlamaktadır. Buda romanın akışını engellemektedir. “Yazıklar olsun seni vatanı sevmesini bilmeyenlere ey, gamlı ülke! Seni sevip senin sessiz dramın içine gömülüp gitmekten korkup çekenlere! …” Yaban İncelemesiYakup Kadri, 1912 yıllarında Yahya Kemal ile birlikte Nev-Yunanilik akımının öncülüğünü yaparlar. Bu görüşe göre eski Yunan Edebiyatı’nın edebiyattan düşünce tarzından ve felsefesinden faydalanmak gereklidir. Yahya Kemal bu görüşün yanlış olduğunu erken anlayıp bu görüşten vazgeçer. Yakup Kadri ise, bu görüşü bir müddet yaymak istediyse de bunda başarısız oldu. Nev-Yunanilik anlayışının örnekleri onun üslubunu meydana getiren, bir estetik unsuru olarak romanlarında görüldü. Yaban’da bunun örneklerine açıkça bir yerde “Homeros devrindeki kızlara” benzetilirken, bir başka yerde “taştan Diana”ya benzetilmektedir. Emine ise, romanın bir sayfasında Ahmet Celal’in Bergama’da gördüğü bir kadın kabartmasına benzetilmektedir. Yakup Kadri tasvir sanatını ustaca kullanmıştır. “Askerlerin hepsi, toza toprağa bulanmış, derileri güneşten paslı bakıra dönmüş sakalları diken diken uzamış, üst baş perişan bir haldeydi. Tam bir bozgun askeri” Yaban TahliliYukarıdaki cümlede benzetme sanatını da iyi bir şekilde kullandığını sık sık uzun cümleler kullanmıştır. “Onun çok kere küçük boz eşeğin taşıyamadığını en ağır yükleri alnından bir damla ter akmadan, dimdik taşıdığını görmüş ve tarlada saatlerce belini doğrultmaksızın çalıştığına şahit olmuşumdur. ”Yaban’da hayvansal benzetmeler de başvurulmuştur. “Bu köyün insanları her biri kendi yuvasında kunduza dönmüş.”Yazarın buradaki amacı, doğayla insanları bütünleştirmekten çok köylülerin ilkelliğini, iç güdüleriyle yaşayan hayvanlar gibi doğaya yakınlıklarını Romanı YapıRomanın giriş bölümü Çanakkale de aldığı bir kurşunla sağ kolunu kaybeden ve yapayalnız kalan Ahmet Celal’in İstanbul’un işgali ile emir eri Mehmet Ali’nin Porsuk Çayı yöresine gitmesiyle başlar ve Ahmet Celal’in köylü ile tanışmasına kadar sürer. Yaban TahliliGelişme bölümü ise, Ahmet Celal’in köylülerle tanışması onlarla karşı karşıya gelmesinden, Yunan ordusunun köye gelmesine kadar devam ise Yunan ordusunun köye gelişinden, Ahmet Cemal’in anı defterini Emine’ye bırakıp gitmesiyle son bulur. Romanda Ahmet Cemal köylülerin farkına varmaları için geçmesi gereken zamanı beklemeden, aralarında onların arasında bulunmasının hakiki anlamını ve kaybettiği sağ kolunun önemini bilmelerini ister. Ancak köylünün içinde bulunduğu dünya bunun çok ötesinde olduğu için aralarında uyum sağlanamaz. Bunun sonucunda da Ahmet Celal’in temsil ettiği aydın ile Mehmet Ali’nin köyündekilerin temsil ettiği halk arasında büyük bir çatışma meydana gelir. Esas olarak ta bu romanda “adın ile halk arasındaki bu çatışma anlatılmaktadır” Yaban TahliliYaban’daki nesil çatışmaları, aydın-halk çatışmasının gölgesinde kalır. Ahmet Celal’in varlığı; başlangıçta romanın ön planında olan ve kopuk kopuk anlatılan köylülerin dramlarıyla arka planda başlayıp, giderek öne çıkan milli mücadele’yi birbirine bağlar. Aydın ile halk arasındaki anlaşmazlıklarda bundan ileri gelir.”Ancak bu çatışmaların esas sebebi, eski nesillerin halkla ilgilenmemesi olduğu için, bunu da nesil çatışması olarak görmek mümkündür .Bunun sonucunda romanda bulunan çatışmaları, siyaset, aydın halk uyuşmazlığı, ailevi meseleler ve evlilik konularında toplanabilir. Siyasi çatışmada; yeni nesli Ahmet Celal temsil etmektedir. O ruhen büyük mücadeleye bağlıdır. Bundan dolayı İstanbul hükümetiyle siyasi bakımdan ayrılmaktadır. Mütarekenin getirdiklerine boyun eğmemek bunları reddetmek ve karşı koymayı göze almak; siyasi bir çatışmayı doğurmaktadır. “Aydın-halk çatışması da; Ahmet Celal’in köydeki durumundan dolayı kaynaklanmaktadır. Bunun sebebi de önceden beri aydının halka ilgi gösterememesine bağlıdır. Bu kopuklukta yine nesil çatışmalarında ileri gelmektedir.” Yaban TahliliAhmet Celal köye geldiği sıralarda İstanbul işgal altındadır. O kozmopolit bir ortamdan gelmiştir. Ve rahat edebileceğine inandığı Anadolu’ya sığınmak istemiştir. Fakat hayalindeki köyle karşılaşmaz. Eve girişini de “ameliyat masasının başına getirilen, bir hasta gibi teslimiyetle eğildim bir delikten içeri girdim” sözleriyle anlatır” Alevi meseleler ve evlilik konularındaki çatışmalar, romanın asıl üzerinde durulan konunun ortaya çıkması için yer verilen çatışmadır. Bundan dolayı da bu çatışma romanın sonuna kadar gitmez. Yaban TahliliRomanda bu çatışmayı şu şekilde görmekteyiz. Mehmet Ali’nin kardeşi olan İsmail’in ilk başlarda sakin bir yapıda olması, annesi Zeynep Kadının onu bir çok kez dövmesine rağmen ses çıkarmaz. Ancak İsmail, abisi Mehmet Ali’nin askere gitmesinden sonra tamamen değişmiştir. Hatta annesine bile de el konusunda da; Ahmet Celal’in İsmail’in nişanlısına aşık olması Zeynep Kadının zaten olumsuz olan tutumuna onu daha da alevlendirmiş ve annesini “benim yanıma getirmez, istediği yere götürsün.” demesine sebep olmuştur. Ancak İsmail kararlıdır. Ağabeyi Mehmet Ali’nin askerden gelip onu evire çevire dövmesine rağmen bu kararından vazgeçmemiştir ve Emine ile evlenmiştir. Yaban TahliliRomanda ferdi olarak başlayıp, ferd-toplum çatışması şeklini alan, bir başka husus daha vardır. Köyde bulunan Cennet, diğer kadınlara göre çok farklıdır. Kısacası hareketleri çok rahattır. Ahlaki bakımından da kimseye benzemez. Bir gün ahırın kenarında bir adamla yakalanır. Ancak bunu insanlara onun amcasının oğlu olduğunu şeklinde söyler. Kocası Süleyman’ı da bu konuya inandırır. Ve Süleyman bu konuyu kapatır. Ama Süleyman’ın bu adamı sürekli aramasından dolayı Cennet, onu tehdit etmeye başlar ve aşığını eve alır. Bu durum bütün köyü rahatsız eder. Bekir Çavuş’un Cennet’i çeşme başında sıkıştırması, onu aşığını eve alma kararından vazgeçiremez ve ancak Süleyman’dan boşanacağı zaman vazgeçeceğini belirtir. Ancak Süleyman bir türlü vazgeçemez. Sonunda köylüler Cennet’in evini basarlar ve üstüne yürürler. Bu olaydan sonra Cennet aşığıyla köyden uzaklaşır. Süleyman ise kara sevdaya tutulur. Yaban Romanı TemaTema olarak; aydınlar tarafından yüz yıllarca yüzüstü bırakılmış köyü Anadolu’yu, Anadolu insanını bütün çıplaklığı, açıklığı ve sertliğiyle göz önüne seriyor. Bu konuda aydınlarımızı suçluyor yazarımız. Yazar, Anadolu bozkırlarındaki Anadolu insanının feryadını, Türk aydınına, yurt sorumluluğunu anlatmak istiyor. Yaban Tahlili Bir edebi metinde metni oluşturan unsurların belli bir amaç, düzen ve herhangi bir görev üstlenerek bir araya gelmesiyle oluşan bütünlüğe “yapı” denir. Nasıl bir şiirde mısraların, ahenk ve ritim unsurlarının bir araya gelmesi şiirde yapıyı oluşturuyor ise anlatmaya ve göstermeye bağlı metinlerde kişi, yer, zaman, olay ve anlatıcı unsurları bir araya gelerek metinde yapıyı oluşturur. Tabi bu yapı unsurlarının bir araya gelmesi için olay olmalıdır. Her olayın bir kişisi, yeri ve zamanı vardır. Anlatıcı kişinin de olaya katılması ile yapı tamamlanmış olur. Böylece olay ve olaylar edebi özellik kazanır. Anlatı, roman, hikaye, tiyatro gibi bir edebi esere dönüşür. Bu bir ressamın çizgi ve renkleri belli bir düzen ve amaç için bir araya getirip resim yapması gibidir. Örneğin güneşin batması bir olaydır. Buradaki güzelliği anlatmak için ressam çizgi ve renkleri kullanır. Bu unsurlar ressamın üslubuna göre tuvale yansır. Resme bakan kişi güneşin batışı olayına şahit olur. Bu olayı anlatan bir hikayede yazarın yaptığı da ressamınki ile aynıdır. O da güneşin batışı olayını okurun zihninde canlandırmak ve anlatmak için kişi, yer ve zaman unsurlarından yararlanır. Örnek Ruşen, trenin acı düdüğünü duyunca masum bir hayalden apansız uyanır gibi irkildi. İstasyon merdivenlerini koşar adım birer ikişer indi. Elindeki çiçekleri hırpalamamak için ceketi arasına sardı. O sıra trenin son vagonunun demir raylardan süzülerek hızla ilerlediğini gördü. Öndeki vagonlara doğru koştu. Trende yolcular yer kapma telaşında idi. Bir yandan pencerelere göz gezdiriyor, bir yandan da koşuyordu. Kaç pencere sonra dedesinin alaca renkli kazağını görür gibi oldu. Artık gücü kalmamış, tren de iyice hızlanmıştı. Pencereye yetişemeden tren gözden hızlıca uzaklaştı. Ceketinin altındaki çiçek buketini yokladı. Heyecanla bütün çiçeklerin hırpalandığını, tek tük yapraklarını döktüğünü gördü. O sıra her gidenin bu yapraklar gibi hayatından koptuğunu düşündü. Yukarıdaki hikayede; 1-Olay “Trene yetişme telaşıdır.” 2-Kahraman “Ruşen”dir 3-Zaman “Tüm olay dakikalar içinde gerçekleşir.” 4-Yer İstasyondur. 5-Anlatıcı Hakim Bakış Açısı Her şeyi gören ve bilen kişi, kim olduğu belli değil. Küçük veya büyük her olay bu unsurlardan oluşur. Aynı unsurlar birden çok olayda karşımıza çıkabilir. Şimdi bu unsurları tek tek tanıyalım Metinde Kişi Unsuru Olay çevresinde gelişen edebi metinlerde olayların doğmasını, oluşmasını sağlayan, olaylara yön veren veya olayları yüklenen unsura kişi veya kahraman denir. Her olayın bir kişisi vardır. Bu kişi veya kahraman canlı cansız varlık bitki veya eşya olabilir. Kahramanın durumu edebi metnin türüne göre farklılık gösterir. Örneğin fabl türü bir metinde kahramanlar insan temsili hayvanlar veya bitkiler olabilir. Masallarda gördüğümüz cin, peri, dev gibi kahramanlar da vardır. olay çevresinde gelişen edebi metinlerde kahramanlar çok çeşitlidir. Kahraman Çeşitleri Asıl Kahraman kişi Bir edebi eserde eserin bütününde veya büyük bir bölümünde olayların içinde yer alan kahramana asıl kahraman denir. Tüm olaylar bu kahramanın çevresinde döner. Anlatı bu kahramanın üzerinde yoğunlaşır. Yeri değiştirilemez Yardımcı Kahraman Edebi eserde olayların bir kısmında asıl kahramanla beraber yer alan yerine başkaca bir kahramanın kolaylıkla koyulabileceği anlatı kişisidir. Bu bir dizi filmde kötü kahramanların sürekli değişmesi asıl iyi kahramanın hiç ölmemesi gibidir. Asıl kahraman ölürse anlatı biter. Hayali Kahraman Masal, fabl gibi türlerde gerçek hayatta bir karşılığı olmayan kahramanlara denir. Örneğin Dev, peri, cin, ifrit, Tepegöz, cadı vb. Gerçek Kahraman Roman, hikaye gibi türlerde gerçek hayatta karşılığı bulunan kahramanlardır. Örneğin Feride Çalıkuşu, Selim Tutunamayanlar gibi. Kahramanların Özellikleri 1- Karakter Anlatılarda birçok özelliği ile karşımıza çıkan davranışlarını ve seçimlerini önceden tahmin edemediğimiz, çok yönlü kahramanlara karakter Huzur romanı, Celal Kara Kitap romanı, Ahmet Cemil Mai ile Siyah. 2- Tip Davranışları ve seçimleri önceden tahmin edilebilen sadece bir veya birkaç yönü ile tanıtılan kahramanlara denir. Bir romanda cimriliği, kıskançlığı, inatçılığı, masumiyeti vb. gibi bir özelliğinin ön plana çıkarılması kahramanı tipleştirir. Örneğin Felatun Felatun Bey ve Rakım Efendi romanında, hovarda ve mirasyedi, Salih Ağa Yaban romanında, zengin ve cimri Kara Memiş Forsa hikayesinde, yiğit ve kahraman. 3- Durağan Statik Kahraman Roman, hikaye gibi türlerde anlatının başından sonuna kadar tutum ve davranışlarında değişiklik olmayan kahramana denir. Örneğin, başta kötü olan bir kahramanın hikayenin sonuna kadar kötü olması durağan olduğunu gösterir. Halk hikayelerinde aşıkların birbirine kavuşmasını engelleyen ölseler dahi kara çalı olup mezarlarının arasında biten kötü kahramanlar durağandır. Seyrettiğimiz filmlerde baştan sona iyi ve dürüst, masum olan kahramanlar d durağandır. Örneğin Çiçikov Ölü Canlar, hilebaz ve dolandırıcı, Feride Çalıkuşu, masum, idealist, aydın Javer Sefiller, kuralcı 4- Değişken Dinamik Kahraman Belli olaylar neticesinde tutum ve davranışlarında değişiklik olan kahramana denir. Bu kahraman başta iyi iken kötü veya başta kötü iken iyi olabilir. Örneğin, Sefiller romanında Jan Valjan papaz ile yaşadığı kilise olayı neticesinde bambaşka bir insana dönüşür. Hayatının geri kalanında asla yalan söylemez. İnsanlara yardım eder. Metinde Yer Mekan Unsuru Her olay bir yerde geçer. Edebi eserlerde olayların oluşup geliştiği ortama yer denir. Yer –mekan- unsuru olayların daha iyi kavranıp anlaşılması için yazar tarafından önceden betimlenir. Romanlarda yer ayrıntısı ile betimlenirken hikayelerde üstünkörü tanıtılır. Anlatmaya ve göstermeye bağlı metinlerde mekan ve özellikleri şöyledir 1-Gerçek Mekan Yaşanılan dünyada karşılığı olan mekana denir. Çoğu romanda olaylar herkesçe bilinen yerlerde geçer; fakat bu yerlerin gerçek isimleri kullanılmaz. Bunun yerine ? işareti kullanılır veya isim değişikliği yoluna gidilir. İstanbul, Ankara gibi büyük yerler gerçek ismi ile kullanılırken, küçük belde ve köylerin ismi gizlenir. Bunun sebebi romanın evrensel olduğunu göstermek o bölgede yaşayan insanları rencide etmemektir. 2-Hayali Mekan Masal ve fabl gibi edebi türlerde kullanılan gerçek dünyada karşılığı bulunmayan mekanlardır Örneğin Kaf dağı, Periler ülkesi, Harikalar diyarı, Almino gezegeni vb. Mekanın Kişi ve Olaylar Üzerindeki Etkisi Mekan romanlarda olayların daha iyi anlaşılmasını sağlar. Kişilerin yaşadıkları çevre ile tanıtılması gerçekliği artırır. Gerçek hayatta mutlu bir insanın zindanda dahi yaşasa yaşadığı bu mekanı güzellikleri ile anlatması veya mutsuz bir insanın saraylarda dahi yaşasa bu mekanı olumsuz yönleri ile görmesi gibi edebi eserlerde kahraman içinde bulunduğu ruhsal duruma göre yaşadığı mekanı anlatır. Elbette burada yazar mutsuz bir kahramana olumsuz mekan betimlemesi, mutlu bir kahramana olumlu bir mekan betimlemesi yapar. Bu durumda eserin gerçekliği ve inandırıcılığı artar. Örneğin Sergüzeşt romanında Dilber’in yaşadığı konağı uğursuz, karanlık bir yer olarak görmesi. Dış ve iç mekan gibi mekan özellikleri de vardır. Psikolojik romanlarda iç; serüven romanlarında dış mekan tanıtılır. Metinlerde Zaman Unsuru Her olayın bir gerçekleşme zamanı vardır. Bu zaman gerçek zamandır. Bunun yanı sıra olayların üzerimizde bıraktığı etkiye bağlı olarak değişen bir de göreceli zaman bulunur. Bir romanda zamanın belli aralıklarla okura aktarılması olayların daha iyi kavranmasını sağlar. Kara Kitap isimli romanda zamanı betimlemek için yazar buz dolabını kullanır. Belli bir süre anlatımda bulunduktan sonra romanda buz dolabının yine çalıştığına işaret edilir. böylece bir dolabın çalışma aralığı zamanın betimlenmesinde kullanılmış olur. Çoğu metinde zaman uzundur. Çağımız edebi eserlerinde ise zaman kısa tutulur. Bur kahramanın yaşadığı olaylar yıllar sürebilir veya bir günlük bir süreyi kaplayabilir. Anlatımın özelliğine göre zaman kavramı ve kullanımı değişmektedir. 1-Olay Zamanı Bir olayın gerçekte kapsadığı süreye denir. Güneşin batışı bir olay ise bu olayın ne kadar sürede gerçekleştiği –örneğin yarım saat- olay zamanıdır. 2-Anlatı Zamanı Olaylar ya gerçekleşirken ya da gerçekleştikten sonra anlatılır. Şöyle ki güneş ya batmıştır ya da batmaktadır. 3-Özel Zaman Bir olayın hangi dönem, çağ, gün veya yılda gerçekleştiği özel zaman olarak adlandırılır. Örneğin, Ateşten Gömlek romanı kurtuluş savaşı yıllarını anlatır. Pembe İncili Kaftan hikayesi Osmanlı dönemini… Metinde Olay Anlatının temelini oluşturan kişiler ve doğa arasındaki münasebetin yarattığı büyük veya küçük çaplı değişikliklere olay denir. Roman, hikaye gibi türlerde yaşanan her olay konu olarak işlenmez, anlatılmaz. Olayların belli özellikler taşıması beklenir. 1-Olaylar ilgi çekici ve merak uyandırıcı nitelikte olmalıdır. 2-Olaylar neden sonuç bağlantısı yönünden zengin olmalıdır. Neden – Sonuç İlişkisi Bir edebi eserde olaylar arasındaki ilişkiyi düzenlemede neden sonuç ilişkisinden yararlanılır. “Kral öldü ve ardından Kraliçe öldü.” İfadesinde Kraliçenin ölümü Kralın ölümüne bağlanmıştır. Suç ve Ceza romanında Raskolnikov’un cinayet işlemesi öncesinde gerçekleşen birtakım olaylara bağlanır. Çatışma Anlatma ve göstermeye bağlı metinlerde, olayları renklendirmek, ilgi ve merakı artırmak için kullanılan bir olay düğümleme yöntemidir. Kahraman gelişen olayların neticesinde çıkmaza düşer. Belli bir noktada karar vermekte zorlanır. En çok kullanılan çatışma iyi – kötü, zengin – fakir, köylü – şehirli, okumuş – cahil çatışmasıdır. Kurgu Anlatma ve göstermeye bağlı metinlerde olayların gerçekleşme sırasına kurgu denir. Gerçek hayatta başımızdan geçen bir olayı yakınlarımıza anlatırken oluş sırasına göre anlatmayız. Mesela olayı ortadan başlayarak anlatıp başa döneriz. Bunun gibi bir roman ya da hikayede olaylar gerçekte oluş sırasına göre anlatılmaz. Yazar olayları kendine göre sıralar. Buna “Olay Örgüsü” denir ve temelde üç şekildedir. Olay Örgüsü 1-Sıralı Olay Örgüsü Olayların Tarih bilimindeki gibi kronolojiye uygun olarak sıralanmasıdır. Örneğin Kahraman doğdu – büyüdü – öldü şeklinde kısaca tanımlayabiliriz. Bu sırayı geriye dönüşü olmayan düz bir çizgi olarak düşünebiliriz. 2-Döngüsel Olay Örgüsü Olayların zaman çizgisinde sık sık geriye dönülerek anlatılmasıdır. Kahraman normal hayatına devam ederken çocukluk günlerini hatırlar ve o günleri anlatmaya başlar. Veyahut tüm hikaye sondan başlanarak anlatılır. Burada anlatıdaki son olaylar betimlenir ve neden sonuç ilişkisi ile başa dönülür. Bu bir cinayetin araştırılması gibidir. Olay bitmiştir ve buraya nasıl gelindiği araştırılır. 3-İç İçe Olay Örgüsü Helezonik Bu olay örgüsünü birbirine geçmiş olay halkaları gibi düşünebiliriz. Hangi olayın nerede başlayıp nerede bittiği belli değildir. Bu bir filmde tüm yaşananların birden rüya çıkması gibidir. Sonra rüyanın gerçekleşmesi… Türk filmlerinde “Siz evlenemezsiniz; çünkü kardeşsiniz.” sözünü hepimiz hatırlarız. Burada karmaşık olayların başı ve sonu bilinmez.

yaban romanının olay örgüsü kısaca