Maturidimezhebi delillerin yorumu ışığında peygamberlik için erkek olmanın şart olduğunu ifade etmiştir. Eşari mezhebi ise kadınlarda hiç peygamber gelmemiştir ama yinede bu peygamberlik için erkek olmanın vucübunu göstermez buyurmuştur. Maturidi'ye göre kul gücünün yetmediği şey ile mükellef değildir. SamimiMüslümanın Şahsiyeti. Rabbimiz Ali imran suresi ayet.189,190, şöyle buyuruyor: *** Göklerin ve yerin hükümranlıgı Allahındır. Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün bir biri ardınca gelmesinde akıl sahiplerine şüphesiz deliller vardır.Onlar ayakta iken, otururken, yan yatarken Allahı İmamı Rabbani (k.s.)hazretleri, bir tasavvuf yolcusu salikin çalışması sebebi ile, İslamiyetin öte alemlere ait verdiği bilgilere ve Allahu Tealanın isim, sıfat ve zatının nurlarına kalb gözü ile müşahede ve idrakten sonra emmare-i nefsin islamla risaleinurda fatiha tefsiri. Bu kelam, güneş gibidir. Yani, güneş başkalarını gösterdiği gibi, kendini de gösterir, başka bir güneşe ihtiyaç bırakmaz. başkalarına yaptığı vazifeyi, kendisine de yapıyor; ikinci bir daha lazım değildir. Evet öyle müstakil bir Busıfat, Allah Teala'nın var olduğunu ifade eder. Allah Teala'nın varlığı başka bir varlığa bağlı olmayıp, zatının icabıdır. Yani vücudu, zatıyla kaimdir ve zatının vacib bir sıfatıdır. Bu sebeble Hak Teala'ya Vacibü'l-Vücud denilmiştir. Bazı Kelam alimleri, Vücud sıfatına, sıfat-ı nefsiyye adını vermişlerdir. 16 AĞU'14. Müslümana Kafir Demenin Günahı Ve Sonuçları! İman, inanılması gereken şeyleri kalp ile tasdik etmektir. Dil ile ikrar, yani inandığını dil ile ifade etmek kalpteki imanın göstergesidir. Kalben inanan ve inandığını dili ile söyleyen kimse mümindir, Müslümandır. İnanç esaslarını inkar etmedikçe o kimseye LmdrZx5. Sıfatlar konusunu işlemeden önce şu ikazı yapmak yerinde olacaktır. Allahu Teala’nın Kur’an ve Sünnet çevçevesinde tespit edilen bu sıfatlarını okurken ve iman ederken düşüncemizde bizde olan özellikler canlanmamalı. Yani mesela Allah’ın görmesi diyoruz. Biz görmek için bir göz yapısına, gözün görme mekanizmasına, görüntüyü algılayan beyne, görüntüyü algılamak için ışığa, renge vs. muhtacız. İşte Allahu Teala için bunların hiçbirisi düşünülemez. Çünkü o muhtaç değildir. Muhtaç olan “İlah” olamaz. Dolayısıyla O’nun görmesinden bahsederken aslında insan ve aciz olmamız hasebiyle kendi acziyetimizle tarif etmeye çalışıyoruz. Ne kadar anlatmaya çalışsak o kadar aciz kalırız. Sakın Rabbimizin görmesini, işitmesini vs. sıfatlarını kendi duyularınızla kıyas etmeyin. Bu büyük bir hata olacaktır. Bize düşen şey O’nu bütün acizlikten tenzih ederek bu esaslara iman etmektir. Bir müslümanın inancı Allah-u Teala’nın zatıyla ve sıfatlarıyla tek olduguna inanması şeklinde olmalıdır. Allah-u Teala’nın zatıyla ve sıfatlarıyla bir olmasının manası Zatı ve sıfatlan hususunda eşi ve benzerinin olmamasıdır. Allah-u Teala’nın sıfatları Tenzihi Selbi, Subûti ve Fiili olmak üzere üç kısımdır. Tenzihi Selbi, sıfatlar Allah-u Teala’ya nelerin isnad edilemeyecegini anlatan sıfatlardır. Tenzihi Selbi sıfatlar altı tanedir; 1- Vücut, 2- Kıdem, 3- Bekâ, 4- Vahdaniyet, 5- Muhalefetün Li’l-Havadis, 6- Kıyam bi nefsihi. Vücut Yokluğu düşünülemeyen, var olan. Biliyoruz ki, bu alemde hiçbir şey kendiliğinden var olacak bir durumda değildir. Bunlardan hiç biri ne kendi kendine var olabilir, ne de kendi kendine yok olabilir. Başka bir deyişle, hiç bir şey kendi kendine yokluktan varlığa gelemez. Varlıkdan da yokluğa gidemez. Hiçbir yaratık da ne bir zerreyi var edebilir, ne de onu yok edebilir. İçinde yaşadığımız bu dünya ile beraber sonsuz alemler meydana gelmiş, birbiri ardınca vücuda gelip devam etmektedir. Nice şeyler de varken yok olmuştur. İşte bütün bunları yokluktan var eden ve sonra yok eden, kuvvet ve hikmet sahibi Yüce bir yaratıcının varlığından asla şübhe edilemez. Kıdem Varlığının başlangıcı olmamak. Ezeliyyet, evveli olmamaktır. Evveli olmayana Kadim denir. Sonradan meydana gelene de Hâdis denir. Allahü Teala Kıdem sıfatı ile vasıflanmıştır. Çünkü Allah ezelîdir, kadîmdir, varlığının başlangıcı yoktur. O’ndan önce yokluk geçmemiştir. O’nun varlığı yanında milyonlarca seneler bir saniye bile sayılmaz. Yine gördüğümüz alemler, milyarlarca seneden beri mevcut bulunsa, yine Yüce Allah’ın ezeliliği yanında bir saniyelik bir hayata sahib sayılmaz. Bekâ Varlığının sonu olmamak. Ebediyet, sonu bulunmamak sıfatıdır. Sonu olana “Fânî”, sonu olmayana da “Bâki” denir. Yüce Allah Beka sıfatı ile vasıflanmıştır; çünkü ebedidir, bakîdir, varlığının sonu yoktur. O’nun yok olacağı bir zaman düşünülemez. Sonradan meydana gelen bütün varlıklar, Allah’ın kudreti ile meydana gelmişlerdir. Yine Allah’ın kudreti ile yok olurlar, yine var olurlar ve binlerce değişikliklere uğrayabilirler. Fakat Yüce Allah Bakî’dir, değişiklikten ve yok olmaktan beridir. Çünkü O, başkasının kudret eseri değildir ki, onun kudreti ile yokluğa gitsin veya değişikliğe uğrasın. Aksine bütün varlıklar O’nun kudretinin birer eseridir. Onun için Yüce Allah’ın şanında yokluk ve değişiklik nasıl düşünülebilir. Her şey yok olmaya mahkumdur; ancak azamet ve ikram sahibi Allah’ın varlığı kalıcı ve süreklidir. Vahdaniyet Ortagı bulunmamak. benzeri olmamak; çoğalmaktan, parçalara ayrılmaktan ve eksilmekten beri bulunmak gibi manaları ifade eden bir sıfattır. Bu sıfatları taşıyana “Vahid” denir ki, gerçekte var olan, parçalara bölünmekten ve cüzlerin bir araya gelerek toplanmasından beri bulunan zat demektir. Bu sıfat da Yüce Allah’a mahsustur. Muhalefetün Li’l-Havadis Yaratılmıslara hiç bir yönden benzememek. Sonradan var olmuş şeylerden ayrı olmak sıfatıdır. Yüce Allah havadise sonradan var olan şeylere aykırı ve muhalif bulunmak sıfatı ile vasıflanmıştır. Çünkü Allahü Teala yaratılmış şeylerden hiçbirine hiçbir yönden benzemez, hepsine muhaliftir. Hatırlara gelen her şeyden Allahü Teala mutlak surette başkadır. Mükevvenat ve mümkünat yaratılan ve yaratılabilen dediğimiz şeyler değişirler, başkalaşırlar, birbirine benzeyebilirler ve sonunda yok olurlar. Bütün bu ölümlü varlıklar, her hal ve şekilleri ile asla Allah’a benzemezler. Kıyam bi nefsihi Varlıgı için baskasına muhtaç olmamak. Varlığı ve durması kendi zatıyla olmak manasında bir sıfattır. Bu sıfat da Yüce Allah’a mahsustur. Öyle ki, Hak Teala’nin ezelî ve ebedî olan varlığı kendi zatıyla kaimdir. Kendi varlığı mukaddes zatının gereğidir, asla başkasından değildir. Bunun için Allahü Teala’ya Vacibü’l-Vücud varlığı kendinden dolayı gerekli denilir. O’nun varlığı, başka bir var edene muhtaç olmaktan beridir. Allah’ı var eden bir varlık olsaydı, o zaman var eden o varlık Allah olurdu. Onun için “Allah’ı kim yarattı?” diye sorulmaz; çünkü O, kendiliğinden vardır, kadîmdir. Başkasının var etmesine muhtaç değildir. Eğer böyle olmasaydı, ne kainat bulunurdu, ne de başka bir şey… Bu gerçek kabul edilmeyince, içinde yaşadığımız alemin varlığını izah etmeye imkan kalmaz. Allah’dan başka var olan mümkünat dediğimiz şeyler ise, hem var olmaya, hem de yok olmaya bağlı oldukları için, bir var ediciye muhtaçtırlar. Sonuç olarak denilir ki, Yüce Allah’ı var eden bir varlık düşünülemez ve O’ndan başka bir yaratıcı varlık da olamaz. Görüldügü gibi bu sıfatlarla, ulühiyete ilahlıga nisbet edilmesi mümkün olmayan; 1- Yokluk, 2- Varlıgın baslangıcı olma, 3- Varlıgın sonu olma, 4-Ortagı bulunma, 5- Yaratılmıslara benzeme, 6- Varlıgı için baskasına muhtaç olma, kavramları selb nefy edilmistir. Bu itibarla da bu sıfatlara “Selbi’ sıfatlar denilmistir. Ayrıca Kelam ilmi” ile alakalı kültür gelistikten sonra Selbi sıfatlar çogaltılmıstır. Söyle ki muteber kitaplarımızdan olan “Akaid-i Nesefi” de selbi sıfatlara sunlar da eklenmistir. Allah-u Teala şunlardan da münezzehtir 1- Araz renkler ve hareketler gibi, kendi basına duramayan, belirebilmesi için bir cevhere muhtaç olan sey, 2- Cisim yer kaplayan, eni, boyu, yük sekligi olan madde, 3- Cevher baslı basına durabilen madde, 4- Şekle bürünen, 5- Sınırlandırılan, 6- Nicelenen, 7- Hacimli olan, 8-Birlesik parçalardan tesekkül etmis olan, 9- Sonu olan, 10- Mahiyet ve keyfiyeti olan, 11- Mekan tutan, 12- Üzerinden zaman geçen, 13- Kendisine bir sey benzeyen, 14- Herhangi bir sey ilim ve kudretinin dısında kalan bir varlık DEĞİLDİR. SORU Sübûti sıfatlar ne demektir? CEVAP Allah-u Teala’nın zatına nisbet edilen ve O’nun ne oldugunu ifade eden sıfatlar demektir. Bu sıfatlara “Zatiye, Vücûdiye” sıfatları da denilir. SUBUTİ SIFATLAR 1- Hayat Diri olmak, 2- lim Bilmek, 3- Sem’ sitmek, 4- Basar Görmek, 5- Kudret Güç yetirmek, 6- rade Dilemek, 7- Kelam Konusmak, 8- Tekvin Olusturmak. Bu sıfatların yok sayılması durumunda onların zıttı olan asagıdaki sıfatlar lazım gelir. 1- Mevt Ölü olmak, 2- Cehl Bilmemek, 3- Samem Sagır olmak, 4- Amâ Kör olmak, 5- Acz Aciz olmak, 6- Kerahiyet steksiz olmak, 7- Bekem Dilsiz olmak. Maturidi’ler Allah-u Teala’nın subuti sıfatlarına “Yapmak, yaratmak ve olusturmak” anlamına gelen Tekvin” sıfatnı ekleyerek subuti sıfatların sekiz adet oldugunu söylemislerdir. Bu Tekvin sıfatı yok sayılması durumunda zıttı olan mana lazım gelmez. Zira Allah-u Teala hakkında “Tekvin” yaratmak, yapmak, olusturmak sıfatı düsünülebilecegi gibi, yaratmamak, yapmamak da düsünülebilir. Burada yeri gelmisken Allah-u Teala’nın subuti sıfatlarıyla ilgili bazı açıklamalar yapalım 1- Hayat Allah-u Teala’nın diri olması, Allah-u Teala diridir. Bu diriligi ezdi ve ebedi olup baslangıcı ve sonu yoktur. Hudüs sonradan olma yada fena vasfında yok olacak nitelikte degildir. 2-İlim her seyi bilmesi, Allah-u Teala yerde ve gökte olan her seyi bilir, ona gizli ve açık diye hiç bir sey yoktur. Kainattaki yaprakların sayısı, çiçeklerin, tanelerin, kumların adedi ve denizlerin damlaları onca malumdur. Geçmisi gelecegi, insanın kalbine gelen düsünceleri, diliyle konustuklarını, iç ve dısını çok iyi bilir. O, hazır görünen ler ile gaip görünmeyen leri bilir. Gaybı gelecekte olacagı bilen yalnız O’dur, baskası bilemez, bilenler de ancak O’nun bildirmesiyle bilebilirler. O, unutmaktan, sasırmaktan beri uzak tır. Bilmesi kendinden olup duyu organları ve akıl gibi vasıtalarla degildir. 3- Semi’ her seyi duyması, Allah-u Teala semi’ duyucu dur. Sesli ya da sessiz olan her seyi duyar. Bir kimsenin kulağına fısıldanıp kendisinin duymadığı seyleri de duyar. Duyması kulak gibi bir aletle degildir. İşitmesi sonradan olma degildir. Yok olucu da degildir. 4- Basar her seyi görmesi, Allah-u Teala her seyi görücüdür. Simsiyah bir gecede siyah karıncanın siyah bir tas üzerinde yürümesini görür, ayagının sesini duyar. O’nun görmesi göz vasıtasıyla degildir. Bu sıfat da hem ezeli hem ebedidir sonradan olmadıgı gibi yok olucu da degildir. 5- İrade dilemesi,Dileyebilmek, ihtiyar edebilmek sıfatıdır. Yüce Allah irade sıfatı ile vasıflanmıştır. O’nun iradesi ezelîdir. Allah yaratacağı şeyleri bu irade sıfatı ile hikmetine göre meydana getirmeyi diler ve dilediği şey mutlaka olur. O dilemedikçe hiç bir şey vücuda gelmez. Hiç bir şey kendiliğinden var olmaz ve kendiliğinden yok olmaz. Ancak Allah’ın dilemesiyle var olur ve yine O’nun dilemesiyle yok olur. Allah bütün bu kainatı ezelî olan iradesi üzere yaratmıştır. Yaratılmış şeylerin milyonlarca cins ve nevilere, ayrı ayrı vasıflara sahib olması, çeşitli özellikleri taşımış olması, hele bir topraktan, bir sudan, bir havadan yararlanan sayısız ağaçların, ekinlerin, meyvelerin çiçeklerin ve canlıların başka başka renklerde ve tadlarda meydana gelmesi ezelî bir iradenin neticesinden başka değildir. İşte bütün bunlar, Allah’ın irade sıfatı ile vasıflı bulunduğuna birer şahiddir. Yüce Allah hakkında mecburiyet düşünülemez; O, her şeyi kendi dilemesiyle yaratır. Hiç bir şeyi yaratmaya veya yok etmeye mecbur değildir. Mecburiyet bir acizlik halidir ki, Allah’ın şanına uygun olmaz. “Allah dilediğini hemen yapar.” Hûd 107 6- Kudret her seye gücü yetmesi, Allah-u Teala her seye kadirdir. O, mümkün olan her seyi ve diledigini yaratır. O istese ölüye hayat verir. Ağaç ve tası konuşturur ve yürütür. O’nun güç yetiremedigi hiç bir sey yoktur. o dilese binlerce göğü ve yeri yaratır. Dagları altına ve gümüse çevirebilir. Nehirleri tersine akıtabilir. Akan sulan gümüş ve altın yapabilir. Dilediği kulunu dogudan batıya, yeryüzünden yedinci kat semaya çıkarıp geriye döndürebilir. O’nun kudreti ezeli ve ebedi olup sonradan olma ve geçici degildir. 7- Kelâm harf ve sese muhtaç olmadan konusması, Allah-u Teala söyler, konuşur fakat O’nun konuşması bize benzemez, konuşması dil ile değildir. Bazı kullarına vasıtasız olarak hitap eder. Mesela Musa Aleyhisselam a Tur dagındaki nidasıyla, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem e miractaki hitabı bu hususta birer örnektirler. Bazı kullarına Cebrail Aleyhisselam vasıtasıyla hitap etmistir. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem e gelen vahiylerin ekserisi böyledir. Kur’an Kerim Allah-u Teala’nın sözüdür. Başlangıcı ve sonu yoktur. Mahlûk yaratılmıs olmadığı gibi geçici de degildir. 8- Tekvin diledigini yaratması, Allah-u Teala diledigini yaratır. Zerreden Kürreye varıncaya kadar her seyi O yaratmıştır. O’ndan baska Halik yaratan yoktur. Canlıların hareket ya da sükun durus larını, itaat ve isyanlarını, iman ve küfürlerini bütün hayır ve serri yaratan O’dur. Elin hareketi, dilin konusması gözün yumulup açılması hep O’nun yaratmasıyladır. Bu hususta Mevla Teala “Sizi de, yaptıklarınızı da yaratan Allah’tır.” Saffat buyurmaktadır. Dolayısıyla herkesin yaptıgı amel ve islerin yaratıcısı Allah-u Teala’dır. Bize verdigi iradey-i cüziyye ile bizi yaptıgımız işlerin faili yapıcısı kılmıştır. Bu sebeple herkes yaptıgı islerin ceza ve mükafatını görecektir. Bütün canlıları yaratan O oldugu gibi hepsini rızıklandıran, hasta yapan ve sıhhatte tutan, öldüren ve dirilten Odur. Ateşle temas halinde elin ısınması ya da yanmasını, karla ve buzla temasında üşümesini yaratan O’dur. Bir kimseyi ateşe atsalar da Allah o kim seyi dilerse yakmamaya kadirdir. Nitekim İbrahimAleyhisselam ı yakmayışı bunun misalidir. Yine karlar içindeki bir kulunu üsütmeyebilir. Ancak Cenab’ı Hakkın adeti öyle cereyan eder ki atesle temas yanmayı gerektirir. Allah-u Teala da onu yaratır. Üsümeyi yaratan da kar degildir. Ancak Allah-u Zülcelal’dir. Toklugu yaratan da Allah’u Teala’dır. Eger O, tokluğu yaratmasaydı insanlar ne kadar yeseler doymazlardı. Acıkmak ve digerleri de bunun gibidir. Hulâsa Allah’tan baska yaratan ve etkileyen yoktur. Her sey O’nun yaratıgıdır. O’nun bu sıfatları zatıyla kaim olup kadimdirler, sonradan olmadıkları gibi yok olmaz ve degismezler. İste Allah-u Teala’yı bu sıfatlarla muttasıf olarak tanıyan kul “Arif” Allah’ı bilici sayılır. Allah-u Teala’yı bu sıfatların zıddı olan noksan sıfatlarla vasıflayan niteleyen ise mü’min ve müslüman olamaz. Allah’a inanması da muteber sayılmaz. Nitekim Yahudi ve Hıristiyan alemi Allah a inandıklarını iddia etseler de ona ogul ve hanım isnad ettikleri için kafir sayılmıslardır. SORU Fiili sıfatlar ne demektir? CEVAP Allah-u Teala’nın kainatla olan münasebetini en açık bir şekilde ifade eden ve O’nun kainatı yaratıs ve idare edisini oldukça ayrıntılı bir biçimde anlatan sıfatlardır. Allah-u Teala’nın Tahlik icat etmek, yoktan yaratmak, Terzik rızık vermek, hya diriltmek, mate öldürmek, Ten’im nimet vermek, Te’zib azap etmek gibi bütün filleri, Allah-u Teala’nın subuti sıfatı olan “Tekvin” sıfatına raci dönücü dür. SORU Matüridiler, Allah-u Teala’nın subuti zati ve fiili sıfatları hakkında ne demişlerdir? CEVAP Bu sıfatların hepsi Allah-u Teala nın zatı ile kaim zatında olup kadimdirler. Zira kulların görme, isitme gibi sıfatlan onlardan ayrılır. Allah-u Teala’nın sıfatları ise O’ndan ayrılmaz. SORU Bu sıfatların kadim olmasının manası nedir? CEVAP Allah-u Teala’nın zatının evveli baslangıcı olmadıgı gibi, zatıyla kaim olan bu sıfatların da evveli yoktur. Zira kadim evveli olmayan zatın, kadim olmayan hadis; sonradan olan sıfatlara mahal olması onlarla vasıflanması düsünülemez. Selefiler ve Es’ariler de, subûti zati sıfatlar hakkında Matüridilerle aynı görüstedirler, ancak Es’ariler, fiili sıfatların hadis oldugunu ileri sürmüslerdir. Onlar, ilim sıfatına kudret ve iradenin eklenmesiyle fiili sıfatların tamamlanabilecegi görüsündedirler. Onlara göre Matüridilerin fiili sıfat olarak kabul ettikleri sıfatlar, dogrudan sıfat olmayıp ilim, kudret ve iradenin taallüklarını temsil ederler. Kadim olmayıp hadistirler. Dolayısıyla hadis olan bu sıfatlar Allah-u Teala’nın zatıyla kaim degildirler. SORU Allah-u Teala’nın subûti ve fiili sıfatlarının zatı ile olan münasebeti nedir? CEVAP Allah-u Teala’nın bu sıfatlan, zatının ne aynı ne de gayrıdır. SORU Bir şey diger bir seyin aynı degilse gayri olması, gayri degilse, aynı olması lazım gelir. Buna göre yukarıdaki ifade çeliskili degil midir? CEVAP Çeliskili degildir, çünkü “Serhu-l Emali” de belirtildigi üzere Ehl-i Sünnet alimleri “Sıfat zatın aynı degildir.” derken, sıfatları zatın aynı kabul etmek suretiyle, onların mevcudiyetini ortadan kaldıran bazı Mutezili kelamcılarla İslam filozoflarının hatasından kurtulmuşlar, “Gayrı degildir.” derken de, bu sıfatların “Kulların sıfatları” gibi olduğu düsüncesinden kaçınmıslardır. Veya “Gayri degildir.” derken sıfatı zattan ayırıp beşer seviyesine indiren ve Isa Aleyhisselam bedeninde maddilestiren Hıristiyanların yanlıs inançlarından kaçınmak istemişlerdir. İsmin çoğulu olan “esmâ” kelimesi ile “en güzel” anlamındaki “hüsnâ” kelimesinin oluşturduğu bir sıfat tamlaması olan “esmâ-i hüsnâ”, “en güzel isimler” anlamında Yüce Allah’ın bütün isimleri için kullanılan bir terimdir. Kur’an-ı Kerim’de, “Allah, kendisinden başka ilâh olmayandır. En güzel isimler O’na mahsustur.” Tâhâ, 20/8; “…En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanlar O’nun şanını yüceltmektedirler. O galiptir, hikmet sahibidir.” Haşr, 52/24 Allah Teala’nın Kur’an’da ve sahih hadislerde geçen pek çok ismi vardır. Kul bu isimleri öğrenerek Allah’ı tanır, O’nu sever ve gerçek kul olur. “En güzel isimler Allah’ındır. O hâlde O’na o güzel isimlerle dua edin…” Arâf, 7/180 buyrularak, Esmâ-i Hüsnâ ile dua ve niyazda bulunmamız istenmiştir. “De ki İster Allah deyin, ister Rahmân deyin, hangisini deseniz olur. Çünkü en güzel isimler ona aittir.” İsrâ, 17/110 Esmâ-i Hüsnâ ile ilgili olarak Buhârî ve Müslim`de “Allah`ın 99 ismi vardır. Kim bunları ezberlerse îman eder ve ezbere sayarsa Cennete girer.” buyurulmuştur. Tirmizî, İbn-i Hibban ve Hâkim’in bu konudaki rivâyeti ise, şöyledir “Kim bunları Esmâ-i Husnâ`yı mânâlarını anlayarak sayar, bunlarla Allah`ı zikrederse Cennete girer.” Allah’ın güzel isimleri Esmâü’l-Hüsnâ / Esmâ-i Hüsnâ ile ilgili İbn Kesir tefsirinde, Buhâri ve Müslim’in Ebû Hureyre Radıyallahu Anh’den naklettikleri bir hadis-i şerifte Peygamberimiz Aleyhissalâtu vesselâm’den şöyle buyurduğu rivâyet ediliyor Yüce Allah’ın bir eksiğiyle yüz ismi vardıryani doksan dokuz. Kim onları sayarsa cennete girer. O tektir, tek i sever. Allah’ın 99 ismi ve anlamları اَللّٰهْAllahVarlığı zorunlu olan ve bütün övgülere layık bulunan zâtın husûsî ve en kapsamlı ism-i şerifi. اَلرَّحْمٰنُer-RahmânBütün mahlûkâta merhamet eden, hepsine de nîmetler veren. اَلرَّح۪يمُer-RahîmPek ziyâde merhamet edici, bilhassa mü’minlere rahmet eden. اَلْمَلِكُel-MelikGörünen ve görünmeyen alemlerin sahibi. اَلْقُدُّوسُel-KuddûsHatâdan, gafletten, aczden ve her türlü eksiklikten münezzeh/çok uzak ve pek temiz. اَلسَّلَامُes-SelâmHer çeşit ârıza ve hâdiselerden sâlim kalan, her türlü tehlikelerden kullarını selâmete çıkaran, Cennet’teki bahtiyar kullarına selâm eden. اَلْمُؤْمِنُel-Mü’minGönüllerde îman ışığı yakan, kendine sığınanlara eman verip onları koruyan, rahatlatan, güven veren, vaadine güvenilen. اَلْمُهَيْمِنُel-MüheyminKâinâtın bütün işlerini gözetip yöneten ve koruyan. اَلْعَز۪يزُel-AzîzYenilmeyen yegâne gâlip. اَلْجَبّٰارُel-CebbârKırılanları onaran, eksikleri tamamlayan, yaratılmışların hâlini iyileştiren, irâdesini her durumda yürüten, dilediğini zorla yaptırmaya muktedir olan, hüküm ve iradesine karşı gelinmek ihtimali bulunmayan. اَلْمُتَكَبِّرُel-MütekebbirHer şeyde ve her hâdisede büyüklüğünü gösteren, azamet ve yüceliğini izhâr eden. اَلْخَالِقُel-HâlıkHer şeyin varlığını ve varlığı boyunca görüp geçireceği halleri, hâdiseleri tayin ve tesbit eden ve ona göre yaratan, yoktan vâr eden. اَلْبَارِئُel-Bâri’Eşyâyı ve her şeyin âzâ ve cihazlarını birbirine uygun bir hâlde yaratan, bir örneği olmaksızın canlıları yaratan. اَلْمُصَوِّرُel-MusavvirTasvîr eden, her şeye bir şekil ve hususiyet veren. اَلْغَفَّارُel-ĞaffârMağfireti pek bol olan. Dilediği kullarını da günahlardan koruyan. اَلْقَهَّارُel-KahhârHer şeye, her istediğini yapacak surette gâlib ve hâkim. اَلْوَهَّابُel-VehhâbÇeşit çeşit nimetleri devamlı bağışlayıp duran. Her zaman, her yerde ve her şeyi karşılık beklemeden çok çok ve bol bol veren. اَلرَّزَّاقُer-RezzâkYaratılmışlara, faydalanacakları şeyleri ihsân eden, bedenlerin ve ruhların gıdasını yaratıp veren. اَلْفَتَّاحُel-FettâhHer türlü müşkülleri açan ve kolaylaştıran, iyilik kapılarını açan, hakemlik yapan. اَلْعَل۪يمُel-AlîmHer şeyi hakkıyla ve çok iyi bilen. اَلْقَابِضُel-KâbıdSıkan, daraltan, rızkı daraltan, canlıların rûhunu alan. اَلْبَاسِطُel-BâsıtAçan, genişleten, rızkı bollaştıran, ruhları bedenlerine yayan. اَلْخَافِضُel-HâfıdYukarıdan aşağıya indiren, alçaltan, zillete düşüren. اَلرَّافِعُer-Râfi’Yukarı kaldıran, yükselten, yücelten. اَلْمُعِزُّel-Mu’izzİzzet ve şeref veren, ağırlayan. اَلْمُذِلُّel-MüzillZillete düşüren, hor ve hakîr eden. اَلسَّم۪يعُes-Semi’Hakkıyla işiten. اَلْبَص۪يرُel-BasîrHakkıyla gören. اَلْحَكَمُel-HakemHükmeden, hakkı yerine getiren, hükmünü eksiksiz icrâ eden. اَلْعَدْلُel-AdlMutlak adâlet sahibi, aşırılığa meyletmeyen. اَللَّط۪يفُel-LatîfEn ince işlerin bütün inceliklerini bilen, nasıl yapıldığına nüfuz edilemeyen en ince şeyleri yapan, yaratılmışların ihtiyacını en ince noktasına kadar bilip, sezilmez yollarla karşılayan. اَلْخَب۪يرُel-HabîrHer şeyin iç yüzünden, gizli taraflarından haberdar olan. اَلْحَل۪يمُel-HalîmSuçluların cezâsını vermeye gücü yettiği hâlde onlara yumuşak davranan ve cezâlarını geriye bırakan. Allah, gazabda acele etmez, mühlet verir, yaptıklarına pişman olup tevbe edenleri affeder, ısrar edenler hakkında ise artık hüküm kendisine kalmıştır. اَلْعَظ۪يمُel-AzîmBütün büyüklüklerin sâhibi. Zâtının ve sıfatlarının mâhiyeti anlaşılamayacak kadar ulvî. اَلْغَفُورُel-ĞafûrMağfireti çok olan, bütün günahları bağışlayan. Allah, istediği kusurları insanların gözünden gizlediği gibi, melekût âlemi sâkinlerinin gözünden de gizler. اَلشَّكُورُeş-ŞekûrKendi rızâsı için yapılan sâlih amelleri, daha ziyâdesiyle karşılayan, az tâat karşılığında çok büyük dereceler veren, sayılı günlerde yapılan amel karşılığında âhiret âleminde sonsuz nimetler lûtfeden. اَلْعَلِيُّel-AliyyHer hususta, her şeyden yüce olan. Her şey kendisinin dûnunda, emrinde ve hükmü altında olan. اَلْكَب۪يرُel-KebîrBüyüklükte kendisinden daha büyüğü düşünülemeyen, bütün büyüklükler kendisine mahsus olan. اَلْحَف۪يظُel-HafîzYapılan işleri bütün tafsilâtıyla tutan, her şeyi belli vaktine kadar âfât ve belâlardan saklayan, koruyup gözeten. اَلْمُق۪يتُel-MukîtHer yaratılmışın azığını ve gıdasını tayin eden, azıkları beden ve kalblere gönderen. اَلْحَس۪يبُel-HasîbHerkesin hayatı boyunca yapıp ettiklerinin, bütün tafsilât ve teferruatıyla hesabını iyi bilen, her şeye ve herkese her ihtiyacı için kâfi gelen, onları hesaba çeken. اَلْجَل۪يلُel-CelîlCelâdet, azamet ve heybet sâhibi, celâl sıfatları ile muttasıf. اَلْكَر۪يمُel-KerîmKeremi, lütuf ve ihsânı bol, her türlü fazilete sahip olan. اَلرَّق۪يبُer-RakîbBütün varlıklar üzerinde gözcü, bütün işler murakabesi altında bulunan. اَلْمُج۪يبُel-MücîbKendine duâ edip yalvaranların isteklerini işitip cevab veren, onları cevapsız bırakmayan. اَلْوَاسِعُel-Vâsi’Geniş ve müsaadekâr. Allah’ın ilmi, ihsânı, rahmeti, kudreti, af ve mağfireti geniştir ve her şeyi kaplamıştır. اَلْحَك۪يمُel-HakîmBütün emirleri ve işleri hikmetli, yerli yerinde ve sağlam olan. اَلْوَدُودُ el-Vedûdİyi kullarını seven, onları rahmet ve rızâsına erdiren. Sevilmeye ve dostluğa lâyık yegâne varlık. اَلْمَج۪يدُel-MecîdZâtı şerefli, efâli güzel olan, her türlü övgüye lâyık bulunan. اَلْبَاعِثُel-BâisÖlüleri diriltip kabirlerinden kaldıran; gönüllerde saklı olanları meydana çıkaran. اَلشَّه۪يدُeş-ŞehîdHer zaman ve her şeyi gözlemiş olarak bilen, her yerde hâzır ve nâzır olan. اَلْحَقُّel-HakkFiilen var olan, mevcûdiyeti ve uluhiyeti gerçek olan, varlığı hiç değişmeden duran. Hakikaten vâr olan yalnız O’dur. اَلْوَك۪يلُel-VekîlUsûlüne uygun şekilde, kendisine tevdi edilen işleri en güzel şekilde neticelendiren, güvenilip dayanılan, tevekkül edilen. اَلْقَوِيُّel-KaviyyÇok kuvvetli, her şeye gücü yeten, kudretli. اَلْمَت۪ينُel-MetînÇok sağlam, kuvveti çok ve şiddetli olan. اَلْوَلِيُّel-Veliyyİyi kullarına dost olan, yardım eden. اَلْحَم۪يدُel-HamîdAncak kendisine hamd ü senâ olunan, bütün varlığın diliyle biricik övülen, medhedilen. اَلْمُحْص۪يel-MuhsîHer şeyin sayısını ve miktarını tek tek ve bütün ayrıntılarıyla bilen. اَلْمُبْدِئُel-Mübdi’Mahlûkatı maddesiz ve örneksiz olarak ilk baştan yaratan. اَلْمُع۪يدُel-Mu’îdYaratılmışları yok ettikten sonra tekrar yaratan. اَلْمُحْي۪el-MuhyîHayat veren, can bağışlayan, sağlık veren. اَلْمُم۪يتُel-MümîtCanlı bir mahlûkun ölümünü yaratan, öldüren. اَلْحَيُّel-HayyDâimâ diri; her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten. اَلْقَيُّومُel-KayyûmGökleri, yeri, her şeyi ayakta tutan. Bir şeyin kıyâmı, yani, bir varlık sâhibi olarak durabilmesi neye bağlı ise, onu veren. Her şeyin varlığı kendisine bağlı olup kâinatı idare eden. Her şey Hak ile kâimdir. اَلْوَاجِدُel-VâcidHiçbir şeye ihtiyacı olmayan, müstağnî; istediğini, istediği vakit bulan. Kendisi için lüzumlu olan şeylerin hiç birinden mahrum olmayan. اَلْمَاجِدُel-MâcidKadr ü şânı büyük, kerem ve semâhati bol. اَلْوَاحِدُel-VâhidTek. Zâtında, sıfatlarında, işlerinde, isimlerinde, hükümlerinde asla şerîki/ortağı, nazîri/benzeri ve dengi bulunmayan. اَلصَّمَدُes-SamedHâcetlerin bitirilmesi, ızdırapların giderilmesi için tek merci’, ihtiyaç ve dileklerde kendisine müracaat edilen, arzu ve bütün istekler kendisine sunulan, kimseye ve hiçbir şeye muhtaç olmayan. اَلْقَادِرُel-Kâdirİstediğini, istediği gibi yapmaya gücü yeten. اَلْمُقْتَدِرُel-MuktedirKuvvet ve kudret sâhipleri üzerinde istediği gibi tasarruf eden. اَلْمُقَدِّمُel-Mukaddimİstediğini ileri geçiren, öne alan. اَلْمُؤَخِّرُel-Muahhirİstediğini geri koyan, arkaya bırakan. اَلْاَوَّلُel-EvvelHer varlıktan mukaddem olan, başlangıcı olmayan. اَلْاٰخِرُel-ÂhirVarlığının sonu olmayan. اَلظَّاهِرُez-ZâhirÂşikâr olan, kat’î delillerle bilinen. اَلْبَاطِنُel-BâtınGizli olan; duyu organları ile idrâk edilemeyen, mâhiyeti bilinemeyen. اَلْوٰالىel-VâlîMahlûkatın işlerini yoluna koyan, bu muazzam kâinatı ve her an meydana gelen hâdisatı tek başına tedbîr ve idare eden, kâinâtın hâkimi. اَلْمُتَعَال۪ىel-MüteâlîYaratılmışlar hakkında aklın mümkün gördüğü her şeyden, her hal ve tavırdan pek yüce ve pek münezzeh. İzzet, şeref ve hükümranlık bakımından en yüce, aşkın. اَلْبَرُّel-BerrKulları hakkında kolaylık isteyen; iyilik ve bahşişi çok olan, vaadini yerine getiren. اَلتَّوَّابُet-TevvâbKullarını tevbeye sevkeden, tevbeleri çokça kabûl edip, günahları bağışlayan. اَلْمُنْتَقِمُel-MüntekımSuçluları, adâleti ile müstehak oldukları cezaya çarptıran. اَلْعَفُوُّel-AfüvvAffı çok. Hiçbir sorumluluk kalmayacak şekilde günahları affeden, kökünden kazıyan. اَلرَّؤُۧفُer-RaûfÇok re’fet ve şefkat sâhibi. مَالِكُ الْمُلْكِMâlikü’l-MülkBütün mülkün mâliki ve hâkimi. Allah Teâlâ mülkün hem sâhibi, hem hükümdârıdır, mülkünde dilediği gibi tasarruf eder. ذُو الْجَلَالِ وَالْاِكْرَامِZü’l-Celâli ve’l-İkrâmHem büyüklük ve azamet, hem de fazl u kerem sâhibi. اَلْمُقْسِطُel-MuksitBütün işlerini denk, birbirine uygun ve yerli yerinde yapan. Adâlet sâhibi. Mazlûma acıyıp zâlimin elinden kurtaran. اَلْجَامِعُel-Câmi’İstediğini, istediği zaman, istediği yerde toplayan. Birbirine benzeyen, benzemeyen ve zıd olan şeyleri bir araya getirip tutan. Kıyâmet günü hesâba çekmek için mahlukatı toplayan. اَلْغَنِيُّel-ĞaniyyÇok zengin ve her şeyden müstağnî. اَلْمُغْن۪يel-Muğnîİstediğini zengin eden, tatmin eden. اَلْمَانِعُel-Mâni’Dilemediği şeyin gerçekleşmesine müsaade etmeyen, kötü şeylere mâni olan. اَلضَّآرُّed-DârrElem ve zarar verici şeyleri yaratan. اَلنَّافِعُen-Nâfi’Hayır ve menfaat verici şeyleri yaratan, fayda veren. اَلنُّورُen-NûrÂlemleri nurlandıran; istediği sîmalara, zihinlere ve gönüllere nûr bahşeden, nûr kaynağı. اَلْهَاد۪ىel-HâdîHidâyeti yaratan, yol gösteren, murada erdiren. اَلْبَد۪يعُel-BedîÖrneksiz, misalsiz, acîb ve hayret verici âlemler îcad eden. Zâtında, sıfatında, fiillerinde, emsâli görülmemiş olan. اَلْبَاق۪يel-BâkîVarlığı devamlı olan, sonu olmayan. اَلْوَارِثُel-VârisServetlerin geçici sâhipleri elleri boş olarak yokluğa döndükleri zaman servetlerin hakikî sâhibi olan. اَلرَّش۪يدُer-ReşîdBütün işleri ezelî takdîrine göre yürütüp, bir nizam ve hikmet üzere âkıbetine ulaştıran; her şeyi yerli yerine koyan, en doğru şekilde nizâm veren. اَلصَّبُورُes-SabûrÇok sabırlı. Esmaül Hüsna ile ilgili Ayetler, allahin isimleri bilinen gibidir ayeti, esmaül hüsna ayetler AYNÎ VE GAYRÎ SIFATLARCenâb-ı Hakk’ın "aynî", "gayrî", "ne aynî ne de gayrî" olmak üzere üç çeşit sıfatı sıfatlar, Allah’ın tenzihi ve selbi sıfatlarına denir. Bunlar "Vücûd, kıdem, beka, muhâlefetün lil-havâdis, kıyâm bi-nefsihî, vahdâniyet"dir. Bu sıfatlar Allah hakkında câiz olmayan mâna ve halleri bertaraf etmek için tedbir amaçlı konulmuş vasıflardır. Bu tenzihi sıfatlar iş ve icraat yapmazlar, onun için Allah’ın zât-ı akdesinin aynı kabul edilmişlerdir. Yani bu sıfatlar Allah’ın zâtının aynısıdır, başka bir mâna ve gayrılık ifâde etmezler. Mesela; vücûd sıfatı Allah’ın zâtının varlığını ifâde eden bir sıfattır. Zıt mana olan ademi, yani yokluğu bertaraf eder. Kıdem, başlangıçtan münezzeh olmasını gösterir. Bekâ ise, sonu olmamayı ifâde eder. Bu sıfatlar mevcut ve fâil değillerdir, bir kudret, bir irâde gibi varlıkları ve tasarrufları sıfatlar, Allah’ın fiili olan sıfatlarına denir. Bu fiili sıfatların ise miktarı ve sınırı fiili sıfatların çokluğu ise, Allah’ın kudret sıfatının muhtelif mevcudattaki muhtelif tecelliyatından ibarettir. Mesela; Allah’ın kudret sıfatı bir çekirdeğin açılmasında tecelli ederken Fettâh nâmını alıyor, bir canlının ölümünde Mûmit ismini alıyor, bir hayat bahşederken Muhyî ismini alıyor, canlılara rızık verirken Rezzâk nâmını alıyor ve hâkeza...Bu sıfatlar, kâinat ve mahlûkatın yaratılması ile açığa ve meydana çıktıkları için, Ehl-i sünnete göre hâdistirler. Ama bu isimlerin arka cephesinde asıl iş gören ve icra eden "kudret sıfatı" ezelî ve ebedîdir. Onun için "Allah, ezelde Rezzâk, Muhyî, Fettâh değildi." demek mânasız olur. Allah, ezelde kudret itibâri ile bu gibi fiili isimlere sahipti, ama tecelli ve yaratma ile bu isimler meydana çıktığından, tesmiye olarak hâdis oluyorlar. "Gayrî" ismini de bu mânadan dolayı alıyor, yani tesmiye noktasından aynî, ne de gayrî olan sıfatlar ise, Allah’ın zâtî ve sübûtî olan sıfatlarına denir. Bunlar "Hayât, ilim, irâde, kudret, tekvin, sem, basar ve kelâm"dır. Bu sıfatlar kâinatta iş ve icraat gören ve tasarruf ve tecellileri olan hakîki ve etken sıfatlardır. Bu sıfatlar selbi ve gayri sıfatlar gibi mâneviye ve tenzihi sıfatlar değildirler. Allah’ın zâtından başka mâna ve esasları olan ama ondan da müstakîl ve bağımsız olmayan sıfatlardır. Onun için ne ayn, ne gayr mânasını ifâde eden Allah’ın zât-ı akdesine zâid ve Onunla kâim sıfatlar denilmiştir. Ne o, ne de onsuz sıfatların Allah’ın zâtı ile olan ilişkisi ve durumu ilm-i kelâm ve felsefenin en esaslı ve ihtilaflı konusudur. Biz burada üç gurubun fikrini özet olarak izâh edeceğiz ki, mesele o zaman açıklığa Ehl-i sünnetin dışındaki iki görüşü Mûtezile'nin görüşüdür. Bunlar, Allah’ın bu sekiz sıfatını tıpkı selbi sıfatlar gibi Allah’ın zâtının aynı kabul edip, bu sıfatların vücûdunu inkar ediyorlar. Yani bunlar, Allah’ın zâtı hem ilim, hem irâde, hem kudret ve sâire deyip, zâtından başka bir şeyi kabul etmiyorlar. Allah, kâinatta sıfatlar olmaksızın zâtı ile iş ve icraat yapıyor diyorlar. Bunun gerekçesi olarak da tenzihi gösteriyorlar. Yani "Allah’ın zâtından başka kadîm sıfatları kabul etmek, kadîm zâtların çoğalmasını gerektirir ki bu da tevhîd ve tenzihe zıt olur." bu görüşü hem akla, hem de nakle zıt bir görüştür. Aklî açıdan ilim ve irâdeyi aynı kabul etmek, zaten açık bir safsatadır. Kur’ân’da ise Allah’a ilimdir, kudrettir demiyor, "Âlim"dir, "Kâdir"dir diyor. Yani ilim sahibidir, kudret sahibidir diyor. Bu da Mûtezile'nin tezine zıt bir ifâdedir. Daha çok deliller var, ama biz numune nevinden bunlarla iktifâ Kerramiyelerin görüşüdür. Bunlar Allah’ın bu sekiz sıfatını Allah’ın zâtının tamamen haricinde ve ondan müstakîl olarak değerlendirirler. O zaman Mûtezile'nin dediği gibi "Kadîm varlıkların çoğalması" söz konusu olur ki bu da şirktir. Mûtezile'nin tepkisi ve tefrite yönlendiren Kerramiye'nin ifrat fikirleridir. Kerramiye ekolünün savunduğu fikrin butlanı zâhirdir, izâh ve ispata lüzum Ehl-i sünnetin görüşüdür. Ehl-i sünnete göre "Allah’ın zâtî ve sübûtî sıfatları, Allah’ın zâtı akdesine zâiddir." Yani onun ile kâimdir, onun ile ayakta durur, onun ile dâimidir. Ama bununla beraber Allah’ın zâtı akdesinin aynı, mücâviri, muttasılı, mürekkebi, mücehhezi de değildir. Bu sıfatlar Allah’ın zâtının aynı değildirler, onun için Allah’a ve zâtına ilimdir, kudrettir, irâdedir demek yanlış oluyor. Bu sıfatlar Allah’ın zât-ı akdesine zâiddirler. Yani O değiller ama onunla kâimdirler. Bu sekiz sıfat, Allah değiller ama Allah ile kâimdirler. Ama Allah’ın zâtından başka bir mâna ve esası olan sıfatlardır. Allah’ın zâtının aynı olmamaları gayrı olmalarını tefrit edip sıfatları aynı demekle inkar ediyorlar. Kerramiye ifrat edip, sıfatlara Allah’tan bağımsız ulûhiyet isnât etmişler. Ehl-i sünnet ise, ne sıfatları inkar etmişler, ne de ulûhiyete götürmüşler. Ehl-i hak, ehl-i vasat olan Ehl-i sünnettir. Allah Teâlâ’nın yüce zâtı ve sıfatları ezeli ve ebedi anlam yüklüdürler. Kelâm sıfatı da O’na nisbet edilen sübûtî sıfatlardan biri olarak önemli mana taşır. Ancak burada bir husus dikkat çeker bu sıfatın sadece harf ve ses yaratmaktan ibaret sayılması Allah’ın zâtında mevcut bir kelâm niteliğini inkâr etme anlamına gelir.’ Bu nedenle kelâm sıfatını ve ince manasını derinlemesine okumak ve anlamak gerekir. Kelâm; lûgatte söz, lafız, konuşma manalarındadır. Akaid ilminde Allah'ın sübûti sıfatlarından biridir. Mevlây-i zû'l-Celâl'de bulunması zaruri olan konuşma keyfiyetini / mahiyetini belirtir. Allah, bu sıfatı ile peygamberleri vasıtasıyla emir ve yasaklar koyar, haberler verir. Sözlükte "maddî ve mânevî açıdan etkilemek, yaralamak" anlamındaki kelm kökünden masdar ismi olan kelâm "konuşma, söz söyleme, sözlü etkiyi algılama" manasına gelir. "Konuşma melekesinden yoksun bulunmaya aykırı durum, zihinde bulunan anlamın dille ifade edilmesi" diye tanımlanan kelâm örfte ağızdan çıkan anlaşılır sese verilen addır. Dinî bir terim olarak da "Allah'ın konuşma yetkinliğine sahip bir varlık olduğunu bildiren sıfatı" diye tanımlanabilir. Kur'an'da Allah'ın melekler, İblîs ve peygamberlerle konuştuğu ve tükenmeyen kelimelerinin bulunduğu belirtilerek konuşmanın ulûhiyyete ait bir yetkinlik olduğuna dikkat çekilir. Âyetlerde "söyledi, konuştu, nidâ etti" gibi anlamlara gelen fiiller zikredilip Allah'ın yarattıklarıyla konuştuğu açıkça ifade edilir. VAHİYLERE "KELÂMULLAH" DENMESİNİN SEBEBİ Hz. Mûsâ örneğinde olduğu üzere Allah insanlarla perde arkasından doğrudan doğruya konuştuğu gibi vahiy yoluyla veya elçi göndermek suretiyle de konuşmuştur. Bu sebeple vahiylere "kelâmullah" denilmiştir. Allah'ın kelâmına vasıtasız olarak muhatap kılınan Hz. Mûsâ diğer insanlar arasından seçilmiş, ona Tûr dağının sağ yanından "ey Mûsâ" diye seslenilmiş, "Ol" sözüyle yaratılan Îsâ peygambere "kelimetullah" unvanı verilmiştir. Ehl-i Sünnet mezhebinin İtikatta imamı İmam-ı Maturidî Hazretleri kelâm sıfatı konusunu şöyle izah eder "Allahu Teala ezeli ve ebedidir, tek bir kelam konuşucudur. Bu kelam O'nun zâtı ile kaim olup O'ndan ne ayrı bulunur, ne de zail olur. Allah'ın kelam sıfatı harflerden ve seslerden müteşekkil olmadığı gibi onun parçalara da ayrılması mümkün değildir. Kur'an-ı Kerim Allahu Teala'nın kelamıdır, mahluk değildir. Sesler ve harfleri Allah yaratmış ve Cebrail ile peygamberimiz, Muhammed Mustafa sallallahü aleyhi ve sellem Efendimize göndermiştir." Büyük İslam âlimi ve mutasavvıfı İmam-ı Rabbani Hazretleri ise bu konuyu 'Mektubat'ta iki yerde anlatır "Allahu Tealanın subuti sıfatlarından Kelam sıfatı, yani; O'nun söylemesi ezelden ebede bölünmeyen bir tek kelimedir ki, hep bir o kelam ile söyleyicidir. Bütün emirler, yasaklar, bildirilen her şey, sorular, dilekler, hep o bir kelam iledir. Gönderdiği bütün kitap ve sahifeler, hep o bölünmeyen tek bir kelamdandır. Tevrat o bir kelamdan, Kur'an o bir kelamdan nazil olmuş indirilmiştir." "İNSANI HER ŞEYE KAVUŞTURAN ALLAH TEÂLÂ'DIR" "Cahil kimselerin sözlerine dikkat edilirse, iki kimsenin karşı karşıya konuştukları gibi, Allahü Teâlâ ile konuştuklarını sanıyorlar. Bu da, tam sapıklıktır. Hâşâ ve kellâ! Kelimeleri yan yana dizerek, birbirinden önce ve sonra sıralayarak konuşmak, mahlûk olmağı gösterir. Allahü Teâlâ, böyle konuşmaz. Tasavvuf büyüklerinin sözleri, bunları yanıltmış olacak. Tasavvuf büyükleri de, Allah Teâlâ ile konuşulacağını bildirmişlerdir. Fakat bu büyükler, Allah Teâlâ'nın bu sözleri arka arkaya söylediğini bildirmiyorlar. Allah Teâlâ, bu kelâmı yarattı diyorlar. Bu sözleri hiç yanlış değildir. Mûsâ aleyhisselâmın mübarek ağaçdan işitdiği söz de, Allah Teâlâ'nın kelâmı idi. Söz mahlûk, Allah Teâlâ hâlık idi. Yoksa iki kimsenin konuşması gibi değildi. Cebrâîl aleyhisselâmın Allahü Teâlâ'dan işitdiği kelâm da böyle idi. Bu kelâmlar da, Allahü Teâlâ'nın kelâmıdır. Buna inanmayan kâfir ve zındık olur. Allah Teâlâ'nın kelâmı, Kelâm-ı nefsî ile Kelâm-ı lafzî arasında sanki ortaktır. Araya hiçbir şey karışmadan Allah Teâlâ onu yaratmaktadır. Bundan anlaşılıyor ki, kelâm-ı lafzî de Allah kelâmıdır. Buna inanmayan da kâfir olur. Burasını dikkatle okumalıdır. Bu açıklama çok yerde işe yarayacaktır. İnsanı her şeye kavuşturan Allah Teâlâ'dır." KELÂM SIFATININ ÖNEM ÇEKEN HUSUSU Kelâm sıfatına ilişkin tartışmalar erken dönemde başladı ve hem kelâm ilminin doğması hem adlandırılması üzerinde etkili oldu. Kelâm âlimleri, keyfiyeti konusunda farklı görüşler ileri sürdü. Buna göre konuşmak bir yetkinlik, konuşamamak ise eksiklik ve aczdi. Mahlûkatı konuşturan Allah'ın, mahiyeti insanlarca tam olarak bilinemeyen bir konuşma sıfatına sahip olması yetkin varlık oluşunun gereğiydi; konuşamamak ise Allah hakkında muhaldi. Allah'ın emreden, nehyeden ve bunları yarattıklarına bildiren bir varlık olması da kelâmın ulûhiyyetin ayrılmaz vasıfları arasında yer aldı. İLÂHÎ KELÂM İNSANLAR TARAFINDAN İŞİTİLİR Mİ? Kelâm sıfatıyla ilgili konulardan biri de ilâhî kelâmın insanlar tarafından gerçek haliyle işitilip işitilemeyeceği hususudur. Bu konudaki görüşleri ise şöyle ele alabiliriz Allah, ezelî kelâmını harf ve ses vasıtası olmaksızın hârikulâde çerçevesinde dilediği kuluna işittirir. Nitekim Hz. Mûsâ'nın "kelîmullah" olmasının mânası budur. Eş'arî, Gazzâlî ve Takıyyüddin es-Sübkî gibi âlimler bu görüşü benimsemiştir. Allah'ın kelâmı yarattığı bir ses aracılığıyla âdet üstü bir tarzda işitilebilir. Ebû Mansûr el-Mâtürîdî ve Eş'arîler'den Ebû İshak el-İsferâyînî'nin kanaati budur. Allah'ın zâtında bulunan ezelî kelâmı işitilemez, sadece onlara delâlet eden lafızlar işitilebilir. Eş'arîler'in çoğunluğu bu görüşü benimsemiştir. Bu sıfatın sadece harf ve ses yaratmaktan ibaret sayılması Allah'ın zâtında mevcut bir kelâm niteliğini inkâr etme anlamına geldiğini söylemek gerekir. Zira harf ve ses yaratana mütekellim değil hâlik ve fâil denir. Şu halde kelâm emir ve nehye kaynak teşkil ettiğinden yaratmadan ayrı bir sıfat olmalıdır. Bu sebeple kelâm fiilî değil sübûtî bir sıfattır. Allah Teala'nın kelâmı, onun var ettiği seslerle duyulabilir, ama bunun mahiyeti-keyfiyeti, ciheti anlaşılmaz. Nasıl olduğu ve nereden geldiği idrâk edilemeden âdeta bütün vücut kulak kesilir ve topyekün varlığımızla-benliğimizle o kelâmı / sözü işitiriz. ALLAH TEÂLA'NIN KELÂMI İLE İLGİLİ ÂYETLERDEN BİRKAÇI "Musa, tayin ettiğimiz vakitte bizimle buluşmaya gelip de Rabb'i onunla konuşunca... " [A'raf suresi, 143] "Rasûlüm De ki 'Eğer Rabbimin sözlerini yazmak için deniz mürekkep olsa, Rabbimin sözleri tükenmeden önce, deniz muhakkak tükenecekti, bir mislini daha yardımcı getirsek bile." [Kehf suresi, 109] "Eğer müşriklerden biri aman dilerse, ona aman ver. Ta ki, Allah'ın kelâmını dinlesin. Sonra onu emniyet içinde olduğu yere kadar gönder. Çünkü bunlar gerçekten de bilgisiz bir kavimdirler." [Tevbe suresi, 6] "Kıyamet günü Allah ne onlarla konuşacak ve ne de onları temizleyecektir." [Bakara suresi, 174] FİKRİYAT TDV İslamansiklopedisi- KELÂM - Yusuf Şevki Yavuz ALLAHIN ZATİ VE SUBUTİ SIFATLARI[1] Yüce Allah'ın zatı için vacib olan, zorunlu olan sıfatlar. Bunlara sıfât-ı nefsiyye de denir. Diğer bir tabirle "zatî veya nefsî sıfatlar" da denilen bu sıfatlar, Yüce Allah'ın varlığını ve hakikatını anlayıp kavramada biz kullarına yardım eden sıfatlardır. Bu sıfatlar sayesinde Allah’u Teâlâ'nın yüce zatını ve varlığını O'na yaraşır bir tarzda anlayıp, imanımın da o nisbette kuvvetlendirebiliriz. Yüce Allah'ın kendine mahsus bir zatı vardır ve bu zatının gereği olan, bu zatdan ayrılması düşünülmeyen sıfatları vardır. Bunlardan bir kısmına "Zatî sıfatlar" , bir kısmına da "Sübutî sıfatlar" denir. Zatî sıfatlar, hiç bir sebebin eseri olmayan, Allah Teâlâ'nın hakikatını ortaya koyan sıfatlardır. Bu sıfatlar Yüce Allah'ın zâtıyla, varlığıyla doğrudan doğruya alâkalı oldukları için ve sadece Allah'ın yüce zatına mahsus oldukları için zatî sıfatlar diye isimlendirilmişlerdir. Zat veya varlık olmadan bu sıfatların varlığını düşünmek ve bu sıfatlardan söz etmek imkânsızdır. SIFATI ZATİYYE Vücûd Sıfatı Yüce Allah'ın mevcudiyeti, varlığı demektir ki; bazı âlimlerimize göre, asıl zatî veya nefsî sıfat budur. Zira Yüce Allah'ın mevcudiyeti, varlığı kabul edilmeden, diğer sıfatlarından bahsetmek mümkün olmaz. Yüce Allah'ın varlığına, mevcudiyetine işaret eden pek çok âyet-i kerime Kur'ân`da mevcuttur. Bunlardan birisi olan Haşr suresinin 22. âyetinde şöyle buyurulmaktadır هُوَ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ هُوَ الرَّحْمَنُ الرَّحِيمُ "O Yüce Allah, görüleni de görülmeyeni de bilen, Kendisinden başka ilah olmayan, ancak kendisi var olan Allah’tır ".[2] Allah Teâlâ'nın varlığı, mevcudiyeti kendi zatının gereğidir. O'nun yüce zatı, yaratıklarda olduğu gibi başkasından dolayı değildir. O kendi zatı ite vardır, kendi zatıyla kâimdir, varlığı için bir başkasına muhtaç değildir. Zira muhtaç olan, İlâh olamaz. Kıdem Sıfatı "Yüce Allah'ın varlığının evveli ve başlangıcının olmaması" demektir. O, ezelidir; O'nun var olmadığı bir an bile düşünülemez. Varlığı, zatının gereği olan Yüce Allah'ın bu varlığının ezelî olması, evveli ve sonunun olmaması vâcibtir. Varlığında başlangıç ve sonu olanlar, ancak yaratıklardır. Allah’ın kıdem sıfatına Hadid suresinin 3. ayeti açıkça işaret etmektedir هُوَ الْأَوَّلُ وَالْآخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ "O, her şeyden öncedir; kendisinden sonraya hiç bir şeyin kalmayacağı sondur; varlığı aşikardır; gerçek mahiyeti insan için gizlidir. O, herşeyi bilir"[3]. Bekâ "Allah Teâlâ'nın varlığının sonu, bitiş noktası yoktur" demektir. O, ebedîdir, yani onun mevcudiyeti, varlığı sonsuzca devam edip gitmektedir. Bu sıfat dahi sadece onun yüce zâtına mahsus bir sıfattır, çünkü bütün yaratıklar sonludur, bir gün hayatları son bulacaktır. İşte bu gerçek, Rahman suresinin 26. ve 27. âyetlerinde şöyle beyan buyurulmuştur كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍ {} وَيَبْقَى وَجْهُ رَبِّكَ ذُو الْجَلَالِ وَالْإِكْرَامِ "Yer yüzünde bulunan her şey fânidir sonludur; ancak yüce ve cömert olan Rabbinin varlığı bâkidir ".[4] Vahdaniyet Yüce Allahın zatında, sıfatlarında ve fiillerinde işlerinde bir tek olması demektir. O'nun eşi ve ortağı, yardımcısı yoktur; bir ve tek'tir. İhlâs Suresi, Cenab-ı Hakk'ın bu sıfatını açık bir üslupla ortaya koymaktadır Hz. Peygambere hitaben; قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ اللَّهُ الصَّمَدُ لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ وَلَمْ يَكُن لَّهُ كُفُواً أَحَدٌ "Deki, Allah bir tektir; Allah hiç bir şeye muhtaç değildir, O doğurmamış ve doğmamıştır, hiçbir şey O na denk değildir ".[5] Her şeyi yaratan Allah Teâlâ olduğu için, O işlerinde, fiillerinde de tektir. O'nun hiç bir benzeri, ortağı, örneği ve cüzleri parçaları ve yardımcıları yoktur. İbadete lâyık yegâne tek mabut, Allah'tır. İşte "Vahdaniyet" sıfatını bütün bu hususları içine alan bir teklik ehâdiyet olarak anlamak gerekir. O her bakımdan en mükemmel, bütün eksiklik ve noksanlıklardan uzak münezzeh bir varlıktır. Muhâlefetün li’l-Havadis Yüce Allah'ın sonradan olanlara, sonradan yaratılmış olanlara benzememesi demektir. Yüce Allah'ın benzeri hiç bir şey yoktur. O'na eşit ve denk olan hiç bir varlık yoktur. Zaten kâdîm, bâkî ve bir tek olan varlığın sonradan olanlara benzememesi, yine O'nun bu sıfatlarının bir sonucudur ve O'nun yüce zatına mahsustur. Bu sıfata Şûrâ suresinin 11. âyetinde açıkça işaret buyurulmuştur لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ "O'nun benzeri hiç birşey yoktur, O işitendir, görendir".[6] Kıyam binefsihi bizâtihi "Yüce Allah'ın varlığı veya mevcudiyeti bir başkasına muhtac değildir; aksine varlığı kendi zâtındandır" demektir. Bütün yaradılmışlar mahlukât, var olmada ve varlığını devam ettirmede Cenâb-ı Hakk'a muhtaçtır. Halbuki Yüce Allah hiç bir şeye muhtac ve bağımlı değildir, O Azîz ve Sameddir, yani hiç bir şeye ihtiyacı yoktur; kâinattaki her şey O'na muhtaçtır. Bu sıfata da Kur'ân-ı Kerim'in pek çok âyetlerinde işaret edilmektedir. Meselâ; Al-i İmrân Suresinin 2. âyetinde şöyle buyrulmaktadır اللّهُ لا إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ "Allah, O'ndan başka ilah olmayan, diri ve kendi kendine kâim var olandır".[7] Vâcibu'l-vücûd varlığı zorunlu, varlığı kendi zâtının gereği olan Allah'ın zatı düşünüldüğü zaman, bu varlıkla beraber bu zâtî sıfatların da düşünülmesi zaruridir vâcibtir. Varlık, yani mevcudiyet ve sıfatlar O'ndan ayrılmaz. Allah Teâlâ kadîm, ezelî, ebedî ve her yönden en mükemmel olduğu için, ne zamana, ne mekâna, ne bir yardımcıya muhtaçtır. O bunların hepsinin üstünde, varlığı zâtının gereği, mutlak ve en mükemmel ve vâcib bir Allah'dır. SIFAT-I SÜBUTİYYE Yüce Allah'ın zatının gereği olan ve bu zattan ayrılmayan, ezelî ve ebedî olan vâcib sıfatlar. Bu sıfatların hepsi Kur'an ayetleriyle sabit oldukları ve bu ayetlerden çıkarıldıkları için ve varlıkları Yüce Allah'ın zatında isbat edilmiş olduğu için, "sübutî sıfatlar" diye isimlendirilmişlerdir. Yüce Allah bu sıfatlarla ta ezelde vasıflanmış idi. Bu sıfatların hiç biri sonradan kazanılmış hâdis sıfatlardan değildir. Bunların da her biri Yüce Allah'ın zatıyla kaimdir. O'nun Yüce zatı ve varlığı düşünülmeden bu sıfatlardan bahsetmek de mümkün olmaz. Bu sıfat-ı sübutiyye şunlardır 1. Hayat Sıfatı Yüce Allah'ın diri, canlı ve ezelî bir hayat ile hayat sahibi olması demektir. Bunun zıddı olan ölü ve cansız olmak, Allah hakkında düşünülemez, mümteni'dir. Allah’u Teâlâ'nın bu sıfatına işaret eden pek çok ayet vardır. Meselâ وَتَوَكَّلْ عَلَى الْحَيِّ الَّذِي لَا يَمُوتُ وَسَبِّحْ بِحَمْدِهِ وَكَفَى بِهِ بِذُنُوبِ عِبَادِهِ خَبِيراً "Ölümsüz, diri olan Allah'a güven ve O'nu tesbih et!..." diye buyurulmaktadır [8]. Her şeye can veren, ölü gibi görünen toprağa, kuru sanılan ağaçlara can, hayat ve tazelik veren Allahu Teâlâ'dır. Bütün canlıların hayatı sonradandır ve Yüce Allah'ın yaratmasıyladır. Halbuki Yüce. Allah'ın "Hayat" sıfatı da; zâtı gibi kadimdir, ezelî ve ebedîdir; zatından ayrılmayan, zatı ile var olân vacib bir sıfattır. Zira hayat olmadan diğer sıfatları düşünmek, onlarla Allah'ı vasıflandırmak abes olur. Bu bakımdan sübutî sıfatların ilki "hayat" sıfatıdır. 2. İlim Sıfatı Allah’u Teâlâ'nın ezelî ilmiyle her şeyi bilmesi demektir. O'nun ilmi, kâinattaki her şeyi kuşatmıştır. Evrendeki hiç bir şey O'nun ilminin dışında meydana gelemez. Olmuşu, olmakta olanı ve olacağı gerek küll halinde genel kurallarıyla; gerekse ayrı ayrı, hepsini bilir. O'nun ezelî olan ilim sıfatıyla muttasıf olduğunu gösteren pek çok ayet-i kerime vardır قُلْ إِن تُخْفُواْ مَا فِي صُدُورِكُمْ أَوْ تُبْدُوهُ يَعْلَمْهُ اللّهُ وَيَعْلَمُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأرْضِ وَاللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ "İçinizde sinelerinizde olanı gizleseniz de açıklasanız da Allah onu bilir. Göklerde olanları da yerde olanları da bilir..."[9]. Şu halde Allah'ın ilmi gizli açık her şeyi kuşatmıştır. Kalplerimizden geçenler de O'na malumdur. Bütün gayb alemi, bizim sınırlı ve sonradan kazanılma bilgimizin ulaşamadığı o âlem, Allah'ın bilgisi dâhilindedir. O'nun ilmi, zatı ile kâim olan, ezelî ve ebedî, bilinenlerle değişmeyen bir ilimdir. Kulların ilmi gibi kazanılmış, sonradan elde edilmiş bir ilim değildir. 3. İrade Sıfatı Yüce Allah'ın istediğini dileyip tercih etmesi demektir. Yani O'nun, bir işin şöyle olmasını değil de, böyle olmasını veya böyle olmasını değil de, şöyle olmasını dilemesi, dilediği gibi tâyin ve tahsis etmesidir. Evrende olmuş ne varsa, hepsi O'nun dilemesi, iradesi ile olmuştur. O'nun iradesi ve isteği dışında hiç bir şey var veya yok olamaz. Cenâb-ı Hakk'ın "irade" sıfatı, mümkün veya câiz olan şeylere taalluk eder. O'nun iradesi o şeyin olması veya olmaması şıklarından birini tercih eder. Tercih ettiği cihete iradesini taalluk ettirince, o şey de ya hemen oluverir veya olmamasını tercih etmiş ise, o şey olmaz, yok olur. Bu anlamda Yüce Allah'ın iradesini iki şekilde anlamak kabildir a Tekvinî kevnî irade Bu iradeye "meşiyyet" de denir ki; bütün yaratılmışlara şâmildir. Bir şeye taalluk edince, o şey olmamazlık edemez, her halde vuku bulur. Bu anlamda Cenâb-ı Hakk şöyle buyuruyor إِنَّمَا قَوْلُنَا لِشَيْءٍ إِذَا أَرَدْنَاهُ أَن نَّقُولَ لَهُ كُن فَيَكُونُ "Bir şeyin olmasını istediğimiz zaman, sözümüz ona sadece "ol!" demektir ve o hemen oluverir"[10]. b Teşriî dinî irade Bu irade Cenab-ı Hakk'ın muhabbet ve rızası demektir ki; bu mânâda irade ettiği şeyin herhalde meydana gelmesi vâcib değildir. Çünkü kulların işleriyle ilgilidir. Bu mânâda Yüce Allah; يُرِيدُ اللّهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلاَ يُرِيدُ بِكُمُ الْعُسْرَ "...Allah size kolaylık murat eder, zorluk istemez" buyuruyor[11]. Bunun anlamı "şayet siz kullar, Allah'ın rıza ve muhabbetinin hilafına zorluk, kötülük, isterseniz; kendisi bunları istemediği dilemediği halde, siz istediğiniz için yaratır; zorluğa ve kötülüğe rızası yoktur" demektir. 4. Kudret Sıfatı Allah Teâlâ'nın bütün mümkünata gücünün yetmesi, her türlü tasarrufta bulunması demektir. İradesiyle bütün mümkünatı kuşattığı gibi, kudretiyle irade ettiklerini bir fiil meydana getirerek, yaratarak bunlara kadir olur. Allah Teâlâ'nın nihayetsiz, bitmek tükenmek bilmeyen kudreti vardır. Bu sıfat da diğerleri gibi ezelî ve ebedîdir. Ezelî olan bu kudret sıfatıyla, her hangi bir şeyi dilediği gibi yapmaya kadirdir. O'nun kudretinin erişemeyeceği, bu kudretin dışında kalan hiç bir şey yoktur. Nitekim Yüce Allah; إِنَّ اللَّه عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ "Muhakkak ki, Allah her şeye kâdirdir, gücü yetendir" buyurmaktadır [12]. 5. Basar Sıfatı Cenâb-ı Hakk'ın görmesi demektir. O her türlü vasıta, organ ve bağıntılar olmaksızın her şeyi görür. O'nun görmesi, göz gibi bir organa, ışığa, uzaklığa ve yakınlığa bağlı değildir. Yüce Allah'ın görme sıfatı da ezelîdir, sonradan olma değildir. Bu sıfat da bütün mevcudâta, görmek şanından olan her şeye taalluk eder. O'nun görmesinin dışında kalan hiç bir mahlûk yoktur. İnsanın görmesi sınırlıdır, görme organından mahrum olanlar göremezler Ayrıca aydınlık, karanlık, uzaklık, yakınlık ve daha dünyadaki nice olay, görmeye veya görmemeye etki etmektedir. Allah Teâlâ'nın görmesi hiç bir şeyden etkilenmez. Bu sıfatla ilgili Kur'ân-ı Kerim'de yüzlerce ayet yer almaktadır. Meselâ; Bakara süresi 233. âyet şöyle son bulmaktadır وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ " ... Biliniz ki, Allah, şüphesiz yaptıklarınızı görür ".[13] 6. Semi' Sıfatı Yüce Allah'ın işitmesi, duyması demektir. O bu sıfatla ezelde muttasıftır. O, her çeşit, her kuvvette ve zayıflıktaki sesleri işitir, duyar. İşitilmek şanından olan her şeyi işitir. Allahu Teâlâ'nın işitip duyması, kulların işitmesi gibi, bir takım kayıt ve şartlara, vasıtalara ve organlara bağlı değildir. O, işitilmek şanından olan her şeyi, en gizli ve pek hafif sesleri, fısıltıları bile duyar. Özellikle kullarının duâlarını, zikirlerini, gizli ve aşikar niyazlarıyla yalvarışlarını işitir, kabul eder ve mükâfatlandırır. Bu sıfatla ilgili pek çok âyet vardır, ekserisi görmek sıfatıyla beraber yer almaktadır. Meselâ; Nisâ suresi 134. âyet şöyle nihayet bulur وَكَانَ اللّهُ سَمِيعاً بَصِيراً "...Allah işitir ve görür".[14] 7. Kelâm Sıfatı Yüce Allah'ın söylemesi ve konuşması demektir. O, harf ve seslere muhtaç olmadan konuşur ve söyler. Allah`ın "Kelâm" sıfatı, ezelî ve ebedîdir; yüce zatı için vacib olan sıfattır. O'nun dilsiz olması, konuşamaması düşünülemez. İşte yüce Rabbimiz bu sıfatıyla peygamberlerine söylemiş, emirler vermiştir. Kitaplarını ve şeriatini bu kadîm kelâmıyla bildirmiştir. O, kelâmını dilediği zaman, kendi zatına ve şanına layık bir şekilde meleklerine bildirir, işittirir ve anlatır. Bunu yaparken harflere, seslere, hecelere ve kitabete yazıya muhtaç değildir. Yüce Allah'ın dilediği şeyleri, emir ve yasaklarını peygamberlerine ya Cebrâil vasıtasıyla veyahut doğrudan doğruya vahy ve ilham etmiş olması da bu "kelâm" sıfatının bir tecellisidir. Cenâb-ı Hakk'ın, peygamberleriyle tekellüm ettiğini konuştuğunu gösteren âyetler vardır. Meselâ; Cenab-ı Allah şöyle buyurmaktadır وَكَلَّمَ اللّهُ مُوسَى تَكْلِيماً "Allah Musa'ya hitabetti" veya "Âllah, Musa'ya da hitab ile konuştu"[15]. Ayrıca Bakara suresi 253. âyette de şöyle buyurulmuştur تِلْكَ الرُّسُلُ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ مِّنْهُم مَّن كَلَّمَ اللّهُ وَرَفَعَ بَعْضَهُمْ دَرَجَاتٍ " ... Onlardan Allah'ın kendilerine hitab ettiği konuştuğu, derecelerle yükselttikleri kimseler vardır..."[16] 8. Tekvîn Sıfatı Allah Teâlâ'nın bilfiil yaratması, yoktan var etmesi demektir. Allah'ın bu sıfatı ezelidir. Tekvîn sıfatı da diğer sıfatları gibi, O'nun yüce zatıyla kaim ve O'nun hakkındâ vacib olan sübutî sıfatlarından biridir. Tekvin sıfatı, irade sıfatının muktezasına göre, mümkünâta tesir eder, yaratır ve icad eder. Nitekim Allah Teâlâ meâlen şöyle buyurur إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئاً أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ "Bir şeyi dilediği zaman, O'nun buyruğu, sadece o şeye "ol!" demektir ve o hemen oluverir"[17]. İşte bütün bu kâinatın ve içindeki varlıkların yaratanı, icad edeni, Yüce Allah'tır. Bunları var edip etmemeye muktedir olan gücü yeten Allah Teâlâ, "İrade" sıfatıyla ezelî ilmine uygun olarak var olmasını, icad edilmesini irade buyurmuş dilemiş ve Tekvîn sıfatıyla yaratıp icad eylemiştir. Yüce Allah'ın alemleri yaratmak, rızık vermek, nimetler ihsan etmek, yaşatmak, öldürmek, diriltmek, azab etmek, mükafatlandırmak gibi bütün fiilleri Tekvîn sıfatına râcidir, yani Tekvîn sıfatının taalluklarının başka başka olmasıyla bu isimleri alır. İşte Tekvîn sıfatının bütün bu taalluklarına "sıfât-ı fiiliyye" de denir. Allahü Teâlâ'nın yüce zatına mahsustur. O'nun yüce zatı için vacib olan sıfatların hepsi, görüldüğü gibi, ayetlerle sabit olduğundan, bütün İslâm âlimleri arasında bu konuda ittifak vardır. O'nun bu sıfatlarla ezelde muttasıf olduğunda şüphe yoktur. Yukarıda da ifade edildiği üzere, Yüce Allah, zatında, sıfatlarında, işlerinde, fiillerinde bir tekdir; O'nun eşi, ortağı ve benzeri yoktur. O'nun sıfatları ve işleri de yüce zatına mahsustur. O'nun yüce zatı ve varlığı kabul edilip tasdik edilmeden, yukarıda sayılıp açıklanan sıfatlardan ve O'nun güzel isimlerinden söz etmek de mümkün olamaz. Zira bu sıfatlar ve isimler, O'nun yüce zatının ve varlığının zorunlu bir gereğidir. Ne bu zat, bu sıfatlarsız; ne de bu sıfatlar, bu zatsız olur. Yine dikkat edilecek olursa, bu sıfatların her biri açık ve seçik olarak Kur'ân âyetlerine dayanmaktadır. Yani, bizzat Yüce Allah, kendisini bu sıfatlarla vasıflandırmıştır. Böylece O'na olan inancımız daha da kuvvetlenmektedir. Çünkü bu sıfatlarıyla O'nu daha iyi anlayabiliyoruz. Yoksa O'nu her hangi bir şeye hâşâ benzetmek gibi bir gaye için asla değildir. Bütün bu sıfatlar O'nun yüce zatına yaraşır bir tarzdadır. Biz bütün bu sıfatların asıllarına imân ederiz; fakat keyfiyetlerine, nasıl ve nice olduklarına dair her hangi bir şekilde söz söylemeyiz. Bu konuda söz etmeye de bilgilerimiz yeterli değildir. [1] Not Bu VAAZ ``Şamil İslam Ansiklopedisi``nden iktibas edilerek hazırlanmıştır.. [2] Haşr suresinin 22 [3] Hadid suresinin 3 [4] Rahman suresinin 26. ve 27 [5] İhlâs Suresi [6] Şûrâ suresinin 11 [7] Al-i İmrân Suresinin 2 [8] Furkân, 25/58 [9] Al-i İmran, 3/29 [10]en-Nahl, 16/40 [11] el-Bakara, 2/185 [12] el-Bakara, 2/20 [13] Bakara süresi 233 [14] Nisâ suresi 134 [15] en-Nisa, 4/164 [16] Bakara suresi 253 [17] Yasin, 36/82

allahın vücut sıfatı ile ilgili ayetler